32-Şeref

243 24 7
                                    



❄️

Şakaklarımdaki ağrı katlanılmaz bir boyuta ulaşmadan, avucumdaki beyaz hapı ağzıma attım ve sehpanın üzerindeki bardağı alarak dudaklarıma yasladım. Aldığım birkaç yudum sudan sonra hapın boğazımdan geçtiğine emin olarak bardağı sehpaya geri bırakıp kafamı koltuk başlığına yasladım. Beynimin içinde Fadime'nin düğünü, o düğünde de tepişen dayı oğulları vardı şu an.

Bir daha Mezcal içenin anasını avradını sayın seyirciler.

"Alkolik," diye tıslayan Jülide balkon kapısını kapatarak dışarıda yağmakta olan sulu kara bir bakış attı. Umarım o sulu kar akşama normal kar olarak yeryüzüne düşerdi. "Başın nasıl oldu?"

Başımı bilmem ama dünü hatırladıkça bir fena oluyordum. Dün olanları hatırlayınca tansiyonum düşüyor, midem bulanıyor, ateşim falan çıkıyordu. O kadar rezilliğin üstüne Allah'dan bizimkiler o kafayla ailemin yanına gitmeme izin vermemişlerdi. Dün ki kafayla polis koruması altında, magazincilerin hastane binasının çevresindeki kuşatmada madur bırakılan ailemin yanına yani ablamın doğum yaptığı hastaneye gitme düşüncesi bile ürpermeme neden olurken, bir de bunu gerçekten yapsaydım, dün ki kafayla ablamın yanına gitseydim.

Arka fonda başlayan Sela'mı herkes duymaya başlardı sanırım.

"Sana verdiğim ağrı kesiciyi içtin mi?" diye soran Jülide yavaş adımlarla yanmakta olan şöminenin yanına gittiğinde elimi 'Evet' anlamında salladım. Konuşacak halim bile yoktu. Çünkü ağzımı açtığımda şakaklarıma bıçak saplanıyormuş gibi hissediyordum. Yoktu böyle bir ağrı. "Geri zekalılar," dedi Tuğberk ve beni kast ederek. Aslında ortamda Tuğberk yoktu ama lafın ona da geldiğini anlamıştım. "Siz sarhoş olmayın bir daha ya."

Gıkımı çıkarmadan gözlerimi şöminenin alevinde kitledim. Köşedeki odunluktan birkaç odun alarak şöminenin içine attı; geri çekilerek bana doğru döndü. Bakıştık. "Bok gibi gözüküyorsun, Derin."

"İyi bari. Bugün aynaya bakmana gerek kalmayacak çünkü bana baktığında normalde de nasıl göründüğünü anlayacaksın." derken ki sesim hastalıklı gibiydi. Yine de ona laf soktuğum için mutlu olmuştum. İki saniye falan. "Beni rahat bırak, Jüjü."

Uzun cümle kurduğum için şakaklarıma saplanan ağrının artışını umursamadan koltuğa yayıldım. Önüme gelen saçları geriye iteklemeden yastığa kafamı bastırıp saçlarımın arasından onun hoşnutsuz suratını incelemeye başladığımda "Tuğberk uyansaydı, kahvaltı hazırlardım." dedi alakasızca. "Öküz gibi yattığı için kahvaltı hazırlayamadım. Uyumayacaksan sana bir şeyler hazırlama mı ister misin?"

Tuğberk uyansaydı da kahvaltı edebileceğimi sanmıyordum. Çünkü midemin durumuda kafamdan farksızdı. Bir hayli ağrılı ve bulantılı olaylar dönüyordu midemde. Daha çok bulantılı olaylar.

"Yemek yemek istemiyorum." diye fısıldadım. "Uyumakta istemiyorum. Beni konuşturmanı da istemiyorum."

Hiçbir şey söylemeden bezmiş bir tavırla kafasını iki yana salladı ve kırmızı eşofman altını çekiştirerek kendi odasına doğru yöneldi. O kuş yuvasına benzettiğim topuzu odasına bedeninden önce girmişti ama bununla bile dalga geçememiştim. Evet durumum o kadar vahimdi.

Lanet olası Mezcal.

Demek bu yüzden çoğu ülkede yasaklanmıştı.

Beyin ölümü gerçekleştiriyor diye.

Ve evet benim az önce beynim ölmüştü.

Küçük Bir MeseleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin