Poyraz (1)

98.8K 1.3K 357
                                    

KİTAP 1: DUMAN

"Bir döngünün içinde hapsolduğunuzu hiç düşündünüz mü? Yaşadığımız bu evren aslında kendini tekrar edip duruyor, size de hiç bu şekilde gelmiyor mu? Aslında hep tekrarlardan ibaretiz, nakaratlar arasında yaşayıp gidiyoruz. Yersiz korkularımızla yüzleşiyoruz bir başkasıyla karşı karşıya kalacağımızı bile bile. Yaşamayı anlamlı kılan şey nedir aslında, bu korkularla çevrili bir ömrün sonunda bilinmeyen başka bir gücün esiri olunca anlamı bulacağımızı düşünüyoruz sürekli ve acı olan asıl gerçek de bu yalanın bir parçası olmaya devam ediyor olmamız.

Bahsettiğim bu bilinmeyen güce biz "ölüm" adını vermişiz. Onunla yüzleşmeyi kolaylaştırmak için mi isim vermeyi düşünmüşüz bilmiyorum ama ismi konmuş olunca da kendisi pek arkadaş canlısı olmuyor maalesef.

Pek dindar bir insan değilim ama hoşuma giden şöyle bir kavram vardır. İnsanların ölümüne küçük kıyamet deniyor oluşu hep ilgimi çekmiştir, hele ki tüm kâinatın yok oluşuna kıyamet deniyorken bu devasa boyuttaki olayı kendimizin sonu ile kıyaslayacak kadar da egomuz yüksek canlılarız, ne kadar da enteresan aslında değil mi?

Bunları niye anlattım ben de bilmiyorum aslında. Yalnız geçen günlerde insanın aklına ölüm dışında bir gerçek gelmiyor ne yazık ki. Sanırım her şeyin nasıl başladığını unutmamak gerekiyor, esas mesele tam bu noktada çünkü. Hayatın tüm anlamsızlığının ortasında beni bir sonraki adıma götürecek tek bir adımdı oysa ama şimdi nefes bile almanın zor olduğu bir dünyada hayatta kalmaya çalışıyorum. İki saniye önce atıverseydim de o adımı, tanık olmasaydım keşke insanlığın yok oluş sürecine. Boynuma geçecek bir ipti benim nefesimi kesecek olan şey her şeyin başında, ama şimdi bu şekilde de ölmeyeceğim, şu an için kendime verdiğim tek söz bu."

POYRAZ (1)

Artık bu tür hesaplamaları yapacak kadar beynini yoramadığından, kaç zamandır yürüdüğünden emin değildi Poyraz, bu bile aslında artık dinlenmesi gerektiğine işaret ediyordu ama o kararlıydı, bu kadar yolu geldikten sonra dinlenemezdi. Hem tehlikeli olurdu, hem de kimseler tarafından fark edilmek istemiyordu dost ya da düşman olsun. Ayaklarının ağrıdığını hissediyordu bayağı yoğun bir şekilde ama bedenine söz dinletmenin bir yolunu bulmuştu. Bedeni ne kadar ağrıyla sızıyla pes dedirtmeye çalışsa da o beyinle ilgileniyordu sadece, hayallere dalıyor, saçma sapan konular açıp, saatlerce kendi kendine felsefi tartışmalar yapıyordu zihninin derinliklerinde. Bu şekilde uzun bir süre bedenini umursamadan yol alabiliyordu ama ne zaman dinleneyim artık dese, bedeni ağrıdan sızıdan uyutmayarak bedelini ödettiriyordu.

Karanlık pek bir engel teşkil etmiyordu. Gözleri tamamen bu yenidünya düzenine adapte olmuştu. Bu yeni düzeninde ancak karanlığı seven ve onu lehine çevirebilen canlılar ayakta kalacaktı, o da bu canlılardan biri olmaya yemin etmişti. Bir yandan çantasını karıştırırken karanlığı dostu bilen keskin gözleriyle yolun ilerisine bakıyordu. Yol dediği de aslında artık bir patikadan farksızdı. Binaların çoğunun iskeleti kalmıştı sadece ve tahmin edildiği üzere etrafta hiç ağaç yoktu artık. Bu şehirde yaşayan kimse de kalmamıştı. Yine de bu, güvende olduğu anlamına gelmiyordu. Karanlık ve sessizlik çoğu zaman aldatıcı ve sinsi birer düşmana dönüşmekte ustalardı ne de olsa.

Çantasından, yarısını sonraya bıraktığı yemeğini çıkartmıştı. En sonunda diğer yarısını yeme vakti gelmişti midesinden çıkan seslere bakılırsa. Bu virane haline dönüşmüş şehre adım atmadan önce bataklığa dönüşmüş yollardan geçmiş ve orada birkaç tane kurbağa yakalamayı başarmıştı. Kurbağaları seviyordu çünkü bu yeni düzene en çok adapte olmayı başaran canlılar onlardı. Tabii bir de fareler ve hamamböcekleri vardı, ama onları pek sevmezdi. Kurbağaları güven içinde yiyebiliyordu, ama diğerlerinin bulaştırabileceği hastalıkları düşündüğünde güven verici bulmuyordu.

VaroluşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin