"Pek inançlı bir insan olduğumu söyleyemeyeceğim. Ama her zaman büyük bir gücün varlığına inanmışımdır, sadece buna illa ki bir ad koymayı gerekli görmüyordum. İnsanların bu tür arayışlar içerisine girmesini de doğal karşılardım. Bu da bir ihtiyaçtır, bilinmeyen güce saygı duyarız ve tehlikeler karşısında bizi kayırmasını talep ederiz. Bu talepler çoğu zaman masum ihtiyaçlarımız için olur ve en güzeli de böylesidir zaten. Bir de diğer türlüsü vardır, başkalarına zarar getireceği halde inancın sığınağında kalıp talepte bulunulur.
Kör adamlar benim düşüncemde ikiye ayrılır. Gerçek anlamda gözlerini kaybedenler ışıktan yoksundur, onu algılayamadığı için de etrafını göremez, renk kavramını bilemez. Ama yine de hisseder ve görme duyusunun yerine başka duyularını koyarak hayatta kalmaya çalışır. Dokunur, anlamaya çalışır, düşünür ve belki de gören insanlardan daha çok, düşünerek görürler. Sadece gördüklerine inanmak gibi bir durumları olmadığından onları kandırmak daha da zorlaşır. İşte diğer körlük de böyledir, her şeyi görme şansın vardır ama sen yine de bakmamayı tercih edersin.
Ben hiçbir zaman başkalarının görememeleriyle ilgilenmemiştim, ben gördüğüm sürece sorun etmemiştim. Ama bahsettiğim ikinci tipte kör adamlar dünyada karşılaşacağım insanların büyük bir kısmını oluşturmaya başladığı vakit bu artık bir soruna dönüşmeye başladı.
Yine de insanların benliğinde yer alan sorgulayıcı taraflarına güveniyordum, elbette bir inanca sahip olabilirdi bir insan ama bir inancın temsilcisine de körü körüne inanmak tehlikeliydi, çünkü inançlarını senin beynine kazımaya başladılar mı artık neden inandığını bile bilmeden inanmaya başlarsın. Zaten bir inancın temsilcisi olamaz, bir inancı ortaya atan bir düşünür ya da dinin kendisi söz konusu olduğunda bir peygamber vardır ve daha sonrası içinde o inancın öğretilerini aktarmayı kendilerine bir amaç olarak belirlemiş öğretmenler vardır. Ama bir temsilcinin olması, o inancı senin yerine belirliyor anlamına gelir. Bu da inanmak değil, köle olmakla eşdeğerdir. İşte benim korktuğum insan tipi en çok bu tür insanlardı, yani herhangi bir inancın köleleri durumuna gelmiş kişiler.
Onlarla elbette karşılaşacağımı biliyordum, sonuçta çevremde de hep olurdu. En çok da öğrencilerim arasında çıkardı bu tip kişiliklere sahip insanlar. Artık pek fazla hatırlamıyorum o yılları, bu tür insanlarla nasıl uğraştığımı da. Ama sanıyorum konumum gereği o zamanlar benimle bu tür konuları konuşmazlardı pek, ben de hiçbir zaman görüşlerimi açık etmezdim. İnancımı kendi içimde yaşardım, böylesini herkes tercih etmeli demiyorum ama ben bu şekilde gayet iyi idare ediyordum. Ama bu yeni düzende o şekilde işlemiyor olaylar, o yüzden de bu kör insanlarla nasıl uğraşmam gerektiğini öğrenmem gerekiyor."
POYRAZ (5)
Bu yollardan sayamayacağı kadar çok geçmişti. Eski hayatının tamamı, evi dışında neredeyse burada geçerdi. Üniversiteyi severdi ama insan arada bir başka yerler görmek isterdi. Bu hayalini hiçbir zaman gerçekleştirememişti. İçinde bulunduğu mekânlar yenidünyada bile aynıydı ve bunu değiştirmeyi aslında ne kadar da çok istiyordu, ama kızı düşünmesi gerekiyordu öncelikle. Daha fazla uzaklaşma riskine giremezdi. Reis'ten daha
tehlikeli insanlar da vardı, sonuçta o sadece kendi meselelerin peşinde bir adamdı ve hala merhamet gibi duyguların varlığı, iz halinde de olsa görülebiliyordu. Ama etraflarında tamamen vicdanını yok saymış ve karanlığın içerisinde kaybolmuş insanlar olduğuna da emindi.
Çadırları gördüğünde içinin huzurla dolduğunu hissetti. Bu insanların Yiğit'in bahsettiği kadar kör olmadığını düşünüyordu. En azından tatlı dilden anlayabilecek kapasite insanlardı tahminine göre. Yanılma ihtimaline karşılık zaten önce tek başına konuşmayı doğru bulmuştu. Yeliz'i de yanında getirmemişti ne olur ne olmaz diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...