KEREM (1)
Kendisini Reis’in bir numaralı adamı olarak gören ve bu şekilde davranmaktan rahatsızlık duymayan Kerem, Reis’in kızın odasından çıkmasını bekliyordu. Küçük kızla ilgilenmek onun bugünlerdeki en önemli göreviydi. Ona özenle ekmek arası hazırlıyordu. Bu işten zevk aldığını kendisine itiraf etmek zorundaydı. Yemek yapmak rahatlatıcı bir aktiviteydi.
Reis’i odadan gerginliği artmış olarak çıkmıştı. Anlaşılan küçük kız daha beter sinir etmişti. Aslında Reis buraya gelerek ne yapmayı arzu etmişti Kerem de pek anlayamamıştı. Eline tutuşturulan kesik kafayla alakalıydı herhalde, bir şekilde sinirini çıkartacak bir şey arıyordu.
Hakan’ı, Kerem iyi tanırdı. Futbol muhabbetlerine doyamayan, atılgan, küfrü de pek seven, yirmili yaşlarının başında bir gençti. Tam yaşını kendisi de bilmezdi. Bazen yirmi bir olduğunu iddia eder, bazen de yirmi beşe kadar yükseltirdi duruma göre. Ama gerçekten de iyi futbol oynardı, Reis’in bile takdir ettiği yönlerinden biriydi bu.
Küçük kızın kaçırılma operasyonunun ardından Poyraz’ı takip etme görevini ustalıkla gerçekleştirmişti Kerem ve Hakan’ı Reis’in talimatlarını iletmesi için görevlendiren de kendisiydi. O zaman Hakan’ı son kez gördüğünü nereden bilebilirdi? Şimdi esas zor olan, ölen gencin ailesine bu durumu bildirmekti. Kesik kafadan bahsetmemesi gerekiyordu, bu aileyi perişan ederdi haklı olarak. Ama sonuçta ölen oğullarına veda etmek isteyeceklerdi ve bu da haklarıydı. Bir ikilemin içindeydi ve aklına bir çözüm de gelmiyordu o an için.
Öncelikle Hakan’ın ailesine gidip acı gerçeği haber vererek işe başlamayı uygun buldu. Reis zaten odadan çıktıktan sonra ona dönüp bakmamıştı bile. Bugün pek gerekmedikçe onu rahatsız etmemesi gerektiğini biliyordu. Bulundukları binadan çıktığında Hakan’ın ailesinin evini hatırlamaya çalıştı bir süre ve neyse ki bu hatırlama süreci fazla vaktini almadı.
Reis, ele geçirdikleri şehrin belediye binasını kendisi için hem ev hem de iş yeri olarak kullanıyordu. İki katlı, işine yarar genişlikte bir binaydı ve oldukça da dayanıklıydı. Depremlerden fazla hasar almadan kurtulmayı başaran nadir binalardan biriydi. Burayı ele geçirdiklerinde ilk iş olarak çatlamış yolları onarmışlardı ve bu işi oldukça başarıyla halletmişlerdi. Kerem ilk zamanları hatırlıyordu da, şimdi böyle, adımlarını güven içinde atarak yürümeyi gerçekten de özlediğini fark ediyordu.
Kasap yakınlardaydı. Hakan’ın babası kasaplık mesleğini layığıyla yaparak topluluğun protein ihtiyacını karşılıyordu. Kasabın biraz ilerisinde kesimhane olarak kullanılmak üzere eski bir fabrika elden geçirilmişti. Böylece kesilen etler fazla bozulmadan kasaba ulaştırılıyordu. O da etleri iyice ufaltıp, gelen müşterilerinin akşam yemeğine uygun hale getiriyordu.
Kerem, kasabı çalışırken yakalayacağını tahmin etmişti, Hakan’ın babası çalışkan kişiliğiyle bilinirdi zaten civarda. Elinden gelen en saygılı duruşunu sergilemeye çalışarak adama yaklaştı: “Merhaba, Zeynel.”
“Ooh, hoş geldiniz, efendim. Reis’in arzu ettiği bir şey mi vardı?”
Zeynel altmışlı yaşlarının sonlarında olmasına rağmen hala güçlü ve sağlıklıydı. Bunda da hiç yılmadan çalışmasının payı vardı elbette. Reis’in sağ kolu olarak da bilinen Kerem’in kendisini ziyaret etmesini şüpheyle karşılamıştı, sonuçta Reis bir şey istese sıradan bir adamını da gönderebilirdi. Yine de elinden geldiğince gülümsemeye gayret gösterdi.
“Sana bunu söylemenin daha doğru bir yolu olup olmadığını inan bana çok düşündüm, ama bilmek zorundasın.”
Kerem’in başka bir şey söylemesine gerek kalmamıştı, anlamıştı ve elinden kasap bıçağını düşürdüğünde acı sözler dudağından kendiliğinden çıkıverdi:
“Oğlum mu?”
“Maalesef. Çok üzgünüm.”
Zeynel ayakta durmakta zorlandığını hissedince Kerem’e doğru ilerledi destek olması için. Kerem de hemen onu tutarak en yakındaki taburelerden birine oturtmaya çalıştı, ama Zeynel oturmak istemiyordu. Haykırmak istiyordu o anda tüm dünyaya.
“Nasıl oldu? Lütfen anlat. Onu görmek istiyorum. Oğlumu gösterin bana, yalvarırım.”
İşte Kerem’in korktuğu şey tam da buydu. Bunu yapamazdı. Hele Zeynel’i bu halde gördükten sonra oğlunun kesik kafasını ona gösteremezdi.
“Cesedini görmek istemezsin. Yanmıştı. Biz de hemen gömdük. İstersen ailenin geri kalanıyla defnedildiği yere götürebilirim.”
Zeynel hala inanamıyordu ve Kerem’e inanmaz gözlerle bakmayı sürdürdü: “Bu nasıl olur? Hakan’ıma ne oldu? Kim yaktı benim tek evladımı? Gözünden akan tek bir gözyaşına tüm dünyayı yakmaktan çekinmeyeceğim benim güzel oğluma ne oldu, gerçeği söyle!”
Kerem açıklamakta zorlanıyordu, sonuçta gerçeği anlayamazdı. Ama tam olarak bir yalan da uyduramıyordu. Cesedinin neden yandığını nasıl açıklayabilirdi ki? İşler iyice karışmadan ve Reis’e kadar ulaşmadan bir şey uydurması gerektiğinin de farkındaydı.
“Sakin olmaya çalış Zeynel. Tansiyon hastasısın ve unutma, bakman gereken sakat bir eşin var.”
Kerem’in söyledikleri üzerine sakin bir şekilde düşünmeye başlamıştı Zeynel. Yine de bilmek istiyordu. Öfkelenmemek için zor tutuyordu kendini. Kerem haklıydı, tansiyonuna dikkat etmesi gerekiyordu ve son iki ilacı kalmıştı sadece. Onları da kötü zamanlar için saklıyordu. Her gün kullanması gereken ilaçları maalesef bitmişti, o yüzden sadece sakin kalarak tansiyonunu dengelemeye çalışıyordu.
“En azından anlatabilirsin değil mi? Tam olarak oğlum nasıl öldü?”
“Dediğim gibi çıkan bir yangında öldü. Onu bir göreve gönderdiğimi biliyorsun, yanan bir binanın içinde kaldı. Ona ulaşana kadar da geç kaldık.”
Atlayarak, detay vermeden bir şeyler gevelediğinin farkındaydı. Yine de bunları Zeynel’in gözlerinin içine bakarak söylüyor, güven kazanmaya çalışıyordu. Zeynel neyse ki daha fazla zorlamamıştı, Reis’in askeri örgütünün bir parçası olan oğlunun başına her an böyle bir şey gelebileceğini düşünüyordu zaten. Yine de olmaması için çok dua etmişti, maalesef bu sefer kabul olmamıştı duaları.
“Anlıyorum. Peki, ben hazırım. Lütfen bana oğlumun mezarını göster,” dedi sakince ve durumu kabul etmiş bir ses tonuyla.
Kerem rahatlamıştı ve memnuniyetle başını salladı. Ardından da defin işlemlerini halletmiş olduğu Hakan’ın mezarına doğru yola çıktılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...