Yiğit (1)

5.6K 274 15
                                    

YİĞİT (1)

            İlk başlarda korktuğunu hatırlıyordu. Sadece gitarını alabilmeyi başarmıştı. Üniversitede konservatuar bölümünde okuyor ve yurtta kalıyordu. Olaylar başladığında tek düşündüğü şey gitarını alıp çok uzaklara kaçabilmekti. Ailesine hiçbir şekilde ulaşabilme şansı yoktu, çünkü ikisi de yurtdışına çıkmışlardı babasının işi nedeniyle. Babasının tanınmış bir avukat olduğunu az buçuk hatırlıyordu hala, annesi de zamanında terzilikle uğraşmış ama evlendikten sonra kendisini tamamen ev işlerine adamış, sadık bir eş rolüne bürünmüştü. Oğlu onun her şeyiydi, annesiyle ilgili olarak bunu çok net hatırlıyordu mesela.

            Ailesine ulaşamayacağını ta işin başında kabullenmişti. Yurdun çevresinde bir araya gelmiş bir topluluğun arasına karışmıştı. Çadırlar kurulmuş, depolar oluşturulmuştu. Burada uzun bir süre hayatta kalmayı başarabilirdi. Ama simsiyah olmaya başlayan gökyüzü işi zorlaştırıyordu. Arada bir başlarına yağan küllerin yağışı da sıklaşmış ve iyice sıkıntı olmaya başlamıştı.

            O da elinde gitarı, insanları neşelendirmeyi kendisine görev bilmişti. Başlarda her şey çok iyiydi ama bir süre sonra onun bu neşeli tavrı çevresindekileri rahatsız etmeye başlamıştı. Hele başlarına lider olarak geçen bir din adamının vaazlarını umursamadığını açıkça göstermesiyle işler daha kötü bir hale dönüşmüştü. Din adamının tek bir sözü yetmişti ve çok az bir yiyecek tutuşturarak eline gitarını alıp oradan gitmesi yönünde karar verilmişti. Yiğit de ısrar etmemişti, ne de olsa bu topluluk kendini din adamının sözlerine iyice kaptırmıştı ve Yiğit’e göre artık kayıptılar.

            Şehrin içlerine ulaşması fazla vaktini almamıştı. İki günde iyi yol aldığı söylenebilirdi. Kendisini rahatlatmak için sürekli gitarını çalıyor ve unutmak istemediği şarkıları söylüyordu. Sıkı bir rock türünün hayranıydı. Poyraz ile karşılaşmasına yakın Manowar grubunun sevdiği şarkılarından biri olan “Thunder in the Sky’ı” söylüyordu. Tabii tek başına gitar böyle bir müzik türü için yeterli değildi. Normalde gitara bateri ve klavye gibi enstrümanların da eşlik etmesi gerekiyordu.

            “I will fight the curse

Of the universe that damns me

Am I alive or dead

Among the gods and men

A man beast”

            Sözlerin duruma uygun olup olmadığını umursamıyordu, o sadece bunun gibi sevdiği şarkıların sözlerini unutmak istemiyordu.

            Poyraz ile tanışmasının ardından hemen yola çıkmışlardı. Adamın acelesi olduğunu biliyordu, o yüzden o önermediği sürece dinlenmenin sözünü bile etmeyecekti. Küçük kızı kurtarma operasyonu yaşamına bir anlam kazandırmıştı. Tanımadığı kızı kurtarmak için elinden geldiğince çaba harcayacaktı.

            “Bulundukları yeri buldun diyelim. Nasıl içeri girmeyi düşünüyorsun?” diye sordu en sonunda.

            Poyraz’ın kafasında belli bir plan yok gibi görünüyordu. Yine de kararlı duruşundan pek taviz vermiyordu. Katanasını elinden bir an olsun düşürmüyordu ve katanasındaki kan izlerine bakılacak olursa onu kullanmaktan da kaçınmıyordu.

            “Japon kültürüne bir ara ben de ilgi duyardım” diye başka bir konu açmaya çalıştı, Poyraz’ın sorduğu soruya yanıt vermeyeceğini anlayınca.

            “Ben daha yeni ilgi duymaya başladım, bu kılıcı aldığım gün hatta,” diye karşılık verdi Poyraz.

            “Güzel kılıçmış, yeterince keskin görünüyor,” diye yorumda bulundu Yiğit, ne kadar saçma olduğunu bildiği halde. Sonuçta adamın elindeki bir katana idi, elbet keskin olacaktı.

            “Gerçekten de keskin olduğunu ispatladı,” diye gizemli bir şekilde konuştu Poyraz, daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.

            “Bak dostum, elbette yapman gerekeni yapmışsındır. Sonuçta bir yağmacı ya da serseri olmadığın belli,” dedi Yiğit, adamın derdinin az buçuk ne olduğunu anlamaya başladıktan sonra. Adam önceki hayatında kimsenin canını yakmamış birine benziyordu. Ama yakın zamanda bir değişim geçirmişti anlaşılan ve kan kokusunu üzerinden atmakta hala zorlanıyordu.

            “Haklısın,” diyebildi Poyraz. “Yapmam gereken bir şeydi ve pişmanlık duymuyorum bundan.”

            “O zaman niye bu kadar düşüncelisin?”

            “Her şeyin boşa olmasını istemiyorum sadece. Yüreğime o kan kokusu sinebilir, onu ölene kadar taşırım ve bunu dert etmem, yeter ki kızı onların elinden kurtarabileyim.”

            “Senin için çok değerli biri olduğu anlaşılıyor.”

            “Değerli olmaz mı? O benim kızım gibi oldu, en azından kaybettiğim kızım yerine koydum onu.”

            “Başın sağ olsun dostum. Bunu bilmiyordum.”

            Poyraz’ın bir süre düşüncelere daldığını fark etti. Söylediklerini duyup duymadığına bile emin olamıyordu. Belki de bu konuyu anlatıp anlatmak istemediğine karar veremiyordu. Sonunda “Sağ ol,” dedi sadece ve bu konu hakkında başka bir şey demedi. Yiğit de ısrar etmeyi doğru bulmamıştı.

            Arabalardan yapılmış bir bariyere vardıklarında durdular. Poyraz tekerlek izlerinin devam ettiğini görebiliyordu. Birden beyninde tehlike çanları çalmaya başladı ve son anda Yiğit’i kendisiyle beraber yere çekmeyi başardı. Yukarıdaki binalardan birinden ateş etmeye başlamışlardı.

            “Sanırım geldik!” dedi Yiğit bunun üzerine hevesle.

VaroluşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin