GÖKÇEN (13)
Savaş başladığından beri tek yaptığı savaş alanında yürümekti. Kimse onun dediğiyle ilgilenmiyor, emirlerini kale almıyordu. Herkes can derdine düşmüştü ve kaçıyorlardı sığınak bulmak umuduyla. Tüm adamlarının vurularak yere düştüğünü görebiliyordu. Alper gözünden vurulmuş bir halde yanı başında ölmüştü.
Bu kadar ölüm ona birden sevdiği insanın yanında olma ihtiyacı hissettirmişti. Eşinin yanına koşmayı ve ona sarılmayı arzu ediyordu. Ama onun yüzüne bakamazdı, onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Şu an için güvenli olan tek yer olan belediye binasına girdi ve odasına doğru çıkmaya başladı. Tam odasına girecekti ki doktor ile karşılaştı. Anlaşılan kilitli tutulduğu odasından çıkmayı başarmıştı.
"Buna hala bir son verebilirsin," diye Reis'in önüne çıktı ama Reis onu her zamanki gibi dinlemeyerek ittirdi ve odasına girdi. Doktorun bu sefer vazgeçmeye niyeti yoktu.
"Bunlara sen sebep oldun. Bu insanların ölümünden sen sorumlusun, katil!" diye bağırdı adama tüm nefretini kusarak.
Reis katil lafını duyduğu anda bir zamanlar Poyraz'ın da başına geldiği gibi öfkesine yenik düştü ve doktoru odasına çekti. Doktor ondan kaçamıyordu, Reis ondan katbekat daha güçlüydü. Protezini çıkarttığı gibi doktorun ağzına tıktı ve boğazından zorla içeri ittirdi. Adamın tüm boğazı yırtılmıştı, ama o inatla protezi daha da içeri tıkmaya devam etti; adamın tamamen kendi kanında boğulduğuna ikna olana kadar.
Doktorun kanlar içindeki cesedini gördükten sonra: "Ne yaptım ben?" diye inledi ama o anda yapılabilecek hiçbir mantıklı hareket gelmiyordu aklına. Sağlam kalan tek eliyle tabancasını çıkarttı ve ağzına dayadı. Kendisini vuracaktı, bitirecekti tüm acılarını. Daha fazla dayanamıyordu buna.
"Hayır Gökçen. Yapma bunu!" diyen sesini duydu Meltem'in. Meltem gelinliğini giymişti. Ona doğru koşturuyordu.
"Eski mutlu günlerimizin aşkına ne olur, bırak o tabancayı," diye yalvardı eşi. Yerde doktorun cesedini görmüştü ve onu kimin öldürdüğünü anlamıştı.
Gökçen kâbuslarında bu sahneyi görmüştü. Kanlı gelinliğiyle eşi ona doğru yaklaşıyordu: "Yaşam kaynağım... Çok az kaldı... Yakında bir aradayız..."
"Artık çok geç bir tanem. Ben bir katilim. Senin yüzüne bakamam artık," diye haykırdı Reis ve tabancayı alnına getirdi bu sefer.
"Bak hayatım. Ben eski zamanlarıma tutunuyorum, gelinliğimi senin için giydim. Seni de o zamanki basit ama mutlu günlerimize geri götürmek için geldim. Çok az kaldı. Yakında yine bir arada olacağız yaşam kaynağım. Sen, ben ve pazar günümüz. Lütfen bana geri dön."
Reis o günleri çok özlüyordu. Babasının onu dövdüğü çocukluğunu unutturan, patronunun azarlamalarını sineye çekmesini sağlayan, ezik olan tüm yönlerini tamamen yok sayan eşiyle geçirdiği o pazar günlerine geri dönmek için neler vermezdi şu anda? Ama çok geçti, her şey için çok geçti. Öldürdüğü o masum insanları geri getiremezdi. Otoritesini dinlemeyecekler diye korktuğu için öldürdüğü o yaşlı kasabın eşine ne diyecekti? Öldürdüğü askerlerin aileleri ona hesap sorduğunda nasıl savunacaktı kendisini? O bir katildi ve bu gerçeği kimse değiştiremezdi.
"Seni seviyorum. Sen benim yaşam kaynağımsın," dedi ağlayarak Gökçen, artık Reis tarafını tamamen yok sayarak.
"Ben de seni çok seviyorum. Ne olur gidelim buralardan," diye yalvardı Meltem sevdiği adama.
Gökçen eşinin tekrar gülümsemesini görmeyi çok istiyordu ama bunun mümkün olmadığını biliyordu. En azından eşi onun yanındaydı, bu yeterdi ona.
"Gideceğiz hayatım. Artık buralarda olmayacağız," dedi Gökçen. Meltem eşinin ne yapmaya çalıştığını anlamıştı ve onu engellemek için üzerine atıldı. Tabancasını ondan almaya çalıştı.
"Silahı bırak, sana yalvarıyorum," diye inledi Meltem, ama Gökçen'in inadını kırmayı beceremiyordu. Bir silah sesi duyulduğunda Gökçen bir süre kimi vurduğunu anlayamamıştı. Acı hissetmiyordu kendisi. Meltem ise ona anlaşılmaz gözlerle bakıyordu sadece.
Tabancasını geri çektiğinde Meltem'in karnından boşalan kanları fark etti. Haykırarak tabancayı fırlattı ve onu kucağına aldı. Meltem'in gözleri kapanmadan evvel: "Beni evimize götür... Evimize götür..." diye fısıldıyordu eşinin kulağına.
Gökçen eşini kucağında taşıyarak binadan dışarı çıktığında askerler silahlarını ona doğrultmuş bir şekilde bekliyorlardı binanın dışında. Gökçen yalvararak eşini kucağında tutuyordu ve o şekilde yere çöktü.
"Lütfen yardım edin... O benim her şeyim... O benim her şeyim..." diye haykırıyordu yukarıya bakarak. Ama kimse ona yardım etmiyordu. Çünkü o bir düşmandı ve askerlere düşmanları vurma emri verilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...