Yeliz (3)

3.4K 207 4
                                    

YELİZ (3)

            Ellerinden geldiğince hızlıca uzaklaşmaya çalışıyorlardı şehirden. Bir daha buranın yakınından bile geçmeye yeltenmeyeceklerdi herhalde. En azından Yeliz öyle umuyordu. Burada kötü adamlar ikamet ediyordu ve o onları bir daha görmek istemiyordu.

            Yeni yoldaşları Yiğit’i sevmişti, gitarı da vardı hem artık bu sayede canları da sıkılmazdı. Poyraz çok iyi biriydi, hiç bitmeyecek sevgisiyle ona bağlıydı ve o varken kendini çok güvende hissediyordu. Ama bir yerden sonra insan, hele ki küçük yaşını da düşündüğünüz zaman, eğlenmek de istiyordu. Poyraz eğlenceden pek anlamazdı. Marketin birinden buldukları iskambil kâğıtları ile bile oynamak istememişti. Yeliz kendi başına oyalanmıştı bir müddet o kartlarla ve bir süre sonra da yine canı sıkılmaya başlamıştı.

            Yiğit ise eğlenceli birine benziyordu. Ona gitar çalmayı öğretir mi diye merak etmişti, en azından vakit geçirecek bir aktivite olurdu bu simsiyah gökyüzüne bakmayı gerektirmeyecek. Onun dışında sohbeti de keyifli biri gibi duruyordu. Şakalaşmayı çok severdi arkadaşlarıyla, biriyle şakalaşmayı gerçekten de özlüyordu. Yiğit şakacı biri midir diye düşünüyordu bir yandan da, öyle biri olsa gerçekten de ideal bir yoldaş olacaktı.

            Takip edilip edilmediklerini anlayamamışlardı. Her ne kadar kolayca kaçmaktan dolayı mutlu olmuş olsalar da bir tuzağın içerisine sürüklenme korkusunu üzerlerinden atamıyorlardı. Bu Reis denen adamın peşlerine düşmemesini anlayamamıştı. Bu kadar çabuk vazgeçeceğini beklemiyordu.

            “Sence o yine bizi bulur mu?” diye sordu en sonunda Poyraz’a.

            “Bir süre peşimize düşmeyecektir. Sonra da zaten çok uzaklarda olmuş oluruz,” diye güvence verdi Poyraz. Kavuştukları an dışında Poyraz içine kapanık ve sessiz bir şekilde yürüyordu sadece. Sarılırken ki duygu yoğunluğunu hissetmemiş olsa birbirlerine yeniden kavuştukları için Poyraz’ın o kadar da sevinmemiş olduğunu düşünecekti. Bu durum onu üzmüştü. Poyraz üzüntülü bakışları görünce, “Hey prenses,” diye laf attı ve göz kırptı. Yeliz de göz kırparak karşılık verdi. Bu aralarında şaka gibi bir şeye dönüşmüştü.

            Yeliz, Poyraz ile birlikte evine gitmişti, ailesini kaybettiğinin bilincindeydi ve kendini kandırmayacaktı hiçbir şekilde bu konuda. Onları bir daha göremeyeceğini biliyordu. Sadece evden onlara dair bir hatırayı yanına almak istiyordu. Yaşadıkları apartmanın yarısı yıkıktı ve Yeliz’in yaşadığı dairenin duvarları da içe doğru göçmüştü hep. Poyraz hemen çıkmaları gerektiği konusunda uyardığı için fazla dolaşamamıştı evin içinde. Birkaç kıyafetini alabilmişti. Evin her tarafında ailesiyle birlikte çekilmiş olduğu bir resmi arayıp durmuş ama hiçbir yerde bulamamıştı.

Poyraz, Yeliz’in babasının hevesle alıp duvarına astığı ve eşinden her gece azar işitmesine neden olan katanasını bulmuştu, işine yarayacağını düşündüğünden yanına almıştı hiç düşünmeden. Son bir defa evin içini turladığında ise annesinin her sabah özenle saçını taradığı tarağı görmüştü yerde, hatıra olarak alabileceği tek bunu bulabilmişti. Babasını hatırlatması için de katana vardı. Poyraz çantalarına Yeliz’in tüm alerji ilaçlarını doldurmayı bitirdikten sonra artık çıkmalarını söylemişti, Yeliz de daha fazla ısrar edememişti.

Evden dışarı çıktıklarında  Yeliz yeni bir hayatın tam başlangıç noktasında olduğunu görebiliyordu. Korkuyordu, başarabilecek miydi bilemiyordu. Ailesi olmadan bu yaşında ne yapabilirdi ki? Daha okuma yazma bile bilmiyordu. Bu acımasız dünyada gerekli bir şey miydi bunu da bilmiyordu gerçi. Poyraz, kızın kafasından geçenleri tam olarak bilemiyor olsa da korktuğunu görebiliyordu. Onu rahatlatmak için yanına gelmişti ve: “Hey prenses,” deyip göz kırpmıştı. Yeliz de hiç düşünmeden, göz kırparak karşılık vermişti. Aralarında bir gülüşme olmuştu ve bu yolculuklarının öncesinde onlara kuvvet verecekti.

Arkalarından koşturarak onlara doğru yaklaşan birisinin sesini duyduklarında hepsi arkasını döndü, Poyraz da katanasını çıkarttı hemen. Bir süre sonra elinde bavul ile tıknaz bir adamın onlara doğru gelmekte olduğunu fark ettiler.

“Bu adamın ne işi var?” diye sordu Yiğit. Tanımıştı gelen kişiyi. Yeliz’in tutulduğu odanın başında dikilen adamları uzaklaştıran kişiydi.

“Daha fazla yaklaşma,” diye uyardı Poyraz gelen kişiyi. Adam ise nefes nefese kalmıştı ve yorgunluktan ölecekmiş gibi bir hali vardı. Bavulunu yere sertçe attı ve fermuarı aniden açılınca çoraplar fırladı içinden.

“Hay aksi!” dedi sinirle adam ve yerden çoraplarını toplamaya başladı.

“Çorap fetişi misin nesin, ne diye bizi takip ediyorsun?” diye bağırdı Poyraz kendini tutamayıp. Yeni gelen adamın hareketleri Yeliz’e komik gelmişti. O da biliyordu bu adamı, tutsak olduğu günlerde ona ekmek arası hazırlayıp getiren kişiydi.

“Küçük kızımıza bunu vermeyi unuttum, yolluk niyetine,” dedi adam gayet sakin bir şekilde ve çantasından yakın zamanda yapmış olduğu ekmek arasını çıkarttı.

“Sonuçta tutsaklık hayatının bu kadar çabuk biteceğini bilmiyordum, ben de ona ekmek arası hazırlayıp götürecektim tam da sizler ortaya çıktığınız vakit.”

Yeliz ekmek arasını gördüğünde ağzının suyunun aktığını fark etmişti. Çürük domatesleri saymazsanız gerçekten de uzun zamandır bu kadar leziz bir şey yiyememişti. Yiğit, Poyraz’dan önce harekete geçip adamın elinden ekmek arasını alıp Yeliz’e uzattı. Yeliz de hemen aldı hiç düşünmeden.

“İşin bitti o halde sanırım,” diye konuştu Yiğit ve haksız mıyım anlamında bir bakış attı Poyraz’a.

Poyraz farklı düşünüyordu ama Yeliz’in yemeye başladığı ekmek arasına baktığı zaman aralarında iyi bir aşçının bulunmasının kıza ne kadar iyi geleceğini fark etmişti.

“Belki… Nasıl desem… Beni de yanınıza alırsınız,” diye ağzındaki baklayı çıkartmıştı adam en sonunda.

Poyraz, Yeliz’e döndü. Kız halinden memnun görünüyordu. Poyraz’ı korkutan tek şey, bu adam onların peşlerinden koşturarak yakalayabildiğine göre Reis’in de adam göndermesiydi. Yeliz de Poyraz’ı tanıdığı için kafasında hangi soru işaretleri olduğunun farkındaydı, ama karşılarına geçmiş, aralarına katılmak isteyen bu adamda bir tehlike göremiyordu o. Aksine kalabalık olmak hoşuna gitmeye başlamıştı.

“Arkamızdan bavulunu alıp hemen peşimize mi düştün?” diye sordu Poyraz. Asıl sormak istediği şey belliydi, Reis’i görüp görmediğini anlamaya çalışıyordu.

“Reis’i gördüm sayılır. Pekiyi durumda olduğunu söyleyemeyeceğim,” diye yanıt verdi adam, fazla detaya girmek istememişti. Poyraz buna memnun olmuştu, çünkü pek detay duymak istemiyordu bu konuda.

Yeliz, Reis’in kaçtıkları için öfkeli olduğunu düşünmüştü. Durumunun pekiyi olmamasının nedeni bu olmalıydı, sonuçta Poyraz kimselere zarar vermezdi. Kötü adamları bile incitmeyen, affeden bir yüreğe sahipti.

“Daha fazla burada dikilmek istemiyorum dostum. Gelsin mi, zaten bu saatten sonra geri dönmesi bizim için daha tehlikeli olur?” diye araya girdi Yiğit.

Poyraz, Yiğit’e hak veriyordu. Yeliz’in de onay verdiği anlaşılıyordu. O yüzden adamın üzerine gitmemeye karar vermişti.

“Gerçek anlamda tanışalım o halde. Ben Poyraz, bunlar da yoldaşlarım Yiğit ve Yeliz,” dedi ve yoldaşlarını gösterdi boşta kalan eliyle. Diğer elinde hala katanası duruyordu. Gerçi katanadan anlayan birisi bu durumun anlamsız olduğunu bilirdi, çünkü katana çift el kullanmayı gerektiren bir silahtı.

“Hepinizle önceden tanışıklığımız oldu, ama bu şekilde medeni bir şekilde tanışıyor olmaktan ötürü daha mutlu olduğumu söylememe izin verin öncelikle. Benim adım da Kerem.”

Yiğit, muhabbeti uzatan Kerem’in sözleri bitince sırtını döndü ve yola devam etti. Diğerlerinin de ona eşlik etmesini umuyordu. Poyraz ise daha medeni bir şekilde karşılık vermeyi doğru bulmuştu, geçen seferki kaba tavrının aksine: “Tanıştığımıza memnun oldum,” dedi ve elini uzattı.

Yeliz de medeniyet kurallarının izinden giderek onların tokalaşmasının ardından  elini uzatmıştı: “Hoş geldin yoldaş.”

Kerem yoldaş kelimesini memnuniyetle karşılamıştı ve küçük kızın uzattığı eli sıkmayı ihmal etmedi.

VaroluşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin