William (5)

1.4K 116 12
                                    

WILLIAM (5)

Bir koşuşturmadır gidiyordu. Odasından çıktığında herkesin ayaklanmış olduğunu gördü. İnsanların, devasa ekranların ve bilgisayarların olduğu yere doğru koşturduğunu gördü. Kimse ona ne olduğunu söylemiyordu. O da merakla insanların peşinden ilerledi.

Devasa ekran çıldırmış gibiydi. Gerçi insanlar da aynı şekildeydi ve bilgisayarların birinden birine koşturuyorlardı. Dev ekranda sadece sayı girdileri vardı. Ne olduğunu öğrenmek istiyordu ama kimse ona bir şey anlatmıyordu. Bir telaş sarmıştı herkesi.

Sonra devasa ekranın bağlı olduğu bilgisayarların her birinden aynı anda ses duyulmaya başlandı. Ne lisanda olduğu çıkartılamıyordu. Çok cızırtılı geliyordu sesler. Teknisyenlerden biri elinden geldiğince sesin daha net duyulması için uğraşıyordu. Sonra gittikçe daha anlaşılır olmaya başladı. Bir sürü farklı dilde aynı anlama gelen bir kelimeydi duyulan şey.

"Quarantasei... Ses en veertig... Quadraginta sex... Quarante-six... Qırx altı... Sechsundvierzig... четиридесет и шест... ორმოცი ექვსი... neljäkymmentäkuusi... četrdeset i šest... छियालीस... ستة وأربعين... ארבעים ושש... Сорок шесть... cuarenta y seis... Dyzet e gjashtë... 십육... քառասուն – վեց... fyrtiosex... σαράντα έξι... bốn mươi sáu... Forty-six... Kırk altı... karant-sis... 四十から六..."

Orada bir sürü milletten bir araya gelmiş insanlar bulunuyordu ve kendi dillerinde konuşulan sesi duyduklarında ne tepki vereceklerini hiçbiri bir süre bilememişti. Bu neydi böyle? Neden aynı sayıyı söylüyordu sürekli? Ses ise farklı dillerde sayıyı söylemeye devam ediyordu. Tam artık dünya üzerinde dil kalmadı denmişti ki birden sesler başa dönmüş gibi oldu ama bir farkla.

"Quarantacinque... vyf en veertig... quadraginta quinque... quarante-cinq..."

Devamını dinlemesine gerek kalmamıştı William'ın, oradan uzaklaşmak istemişti. Ne olduğunu idrak etmişti. Bu sesler geriye doğru sayıyordu, tüm dünya dillerinde aynı sayıyı söyledikten sonra geriye doğru gidiyordu. Çoğu kişinin gözünde aynı endişeyi görebiliyordu. Bunu bir Kıyamet sayacı olarak görenler çoğunluktaydı.

Yeri bir türlü bulunamayan bir uydudan gelen bu yayın, en azından bir süre insanlara simsiyah gökyüzü ve dünya üzerinde meydana gelen çöküntüler dışında tartışabilecekleri yeni bir gizem vermişti. William daha fazla dayanamıyordu. Bu gemiden çıkıp gitmek istiyordu. Ama bir bilimsel gezi bahanesi dışında kimse onun buradan ayrılmasına izin vermezdi, en önemlisi de değerli helikopterlerini vermeye yanaşmazlardı.

Aklına Türk büyükelçi geldi, kızıl saçlı, pek de sakar olan bu bayandan almayı başardığı sözü hatırlattı kendine. Her şey bitince ona tüm gizemin aslında ne olduğunu anlatacaktı, her şeyin nedenini ortaya çıkartmış olacaktı. Ama kadın ona ne demişti: "William, sen bile asla her şeyi öğrenemezsin."

"Hayır, her şeyin bir nedeni vardır, ya da olmak zorunda," dedi içinden William, keşke şimdi yanında olsaydı da kadına bunu söyleyebilseydi diye düşünüyordu.

VaroluşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin