POYRAZ (3)
Eskiden hayatın ne kadar kolay olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. O koşuşturmanın kıymetini bilememişti o zamanlar, elindekileri ardı ardına kaybetmişti. Herkesi kıskandıracak aşk dolu bir evlilik yapmıştı, melek gibi bir kızları olmuştu, başarılı bir meslek hayatı vardı. Üniversitede tarih hocalığı yapardı, ama şimdi o kadar yılını verdiği tarihle ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu, onun yerine bu yenidünyada daha çok işine yarayacak bilgiler gelmişti.
Küçük kızının bedenine sıkıca sarıldığı anı gözlerinin önüne yine o zaman dilimine gitmiş gibi getirebiliyordu. İstese kızının yeni yıkanmış saçının kokusunu bile hatırlayabilirdi, çilek miydi yoksa ahududu mu tam ayırt edemiyordu ikisini zaten koku olarak. Trafiğin ortasında sıkışıp kalmışlardı, eşi aramış ve akşama ne güzel yemekler yaptığını, tatlı olarak da kızının istediğini yapacağını anlatıyordu. Ne olduğunu hala tam olarak oturtamıyordu kafasında. Bağırış sesleri duymuşlar ve herkes gibi onlar da arabadan çıkmışlardı. Baba kız birbirlerinin ellerinden tutmuş ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. O esnada sokakta birbirine giren iki grubu ayırmaya gelen polislerin havaya ateş etmeye başladığını gördüler. Bunun üzerine kavga eden iki gruptan da tabancalarını çıkartanlar olmuş ve polise karşılık vermeye başlamışlardı. O anda küçük kızını uzaklaştırması gerektiğini biliyordu ama donup kalmıştı. O sadece üniversitede öğretim üyesiydi, böyle durumlarda ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Eli ayağı karışmış bir halde arabasına dönmek istediğinde küçük kızının elinin yavaşça elini bıraktığını hissetti ve küçük kızının gözlerinde sönmeye başlayan hayat ışığını gördü.
Kimin ateş ettiğini hiçbir zaman öğrenememişti ama bu önemli değildi. Küçük kızının cansız bedeninin başında buna neden olanın kendi hatası olduğunu kabullenmişti çoktan. Eşine artık çilekli pudingi yapmaması gerektiğini nasıl açıklayacaktı, küçük kızının bir daha en sevdiği tatlıyı yiyemeyeceğini ona nasıl söyleyebilirdi ki?
Arabalardan yapılmış olan bu bariyerler zihnini küçük kızını kaybettiği o sıkışık trafiğin ortasına götürmüştü. Ama hayatta kalma hisleri onu uyarmış ve yeni tanıştığı yoldaşıyla beraber yere eğilip, kurşunlardan kaçabilmelerini sağlamıştı. Ateş edenler körlemesine vurmaya çalışıyorlardı. Belli ki deneyimsiz ve gençlerdi, sadece kendi sınırlarını korumak için aldıkları emirlere uyuyorlardı. Onları suçlayamazdı. Yiğit de aynı şekilde düşünüyor olmalıydı, en azından bakışlarında onlara ateş eden kişilere karşı bir düşmanlık görünmüyordu.
Arabalara iyice yapışarak kendilerini korumaya çalıştılar ve duvar dibine kadar ulaşmayı başardılar. Şehrin içine sızmayı başarırlarsa daha rahat bir şekilde ilerleyeceklerini düşünüyorlardı.
“Küçük kızı nerede tutmuş olabileceklerini biliyor muyuz?” diye sordu Yiğit. Gayet mantıklı bir soruydu ama Poyraz’ın buna bir yanıtı yoktu. Gizlice içeri girip binaları araştırmak dışında bir plan yapamamıştı.
“Kızı kendisine yakın tutmak isteyecektir. Kendisi de herhalde büyük bir binada kalıyordur.”
“Belediye binası gibi mi?”
Yiğit’in gösterdiği binanın etrafında bir koruma çemberi oluşturulmaya başlanmıştı. Diğer binalardan daha dayanıklı görünüyordu, Reis’in orada bulunduğuna şüphe yoktu. Yeliz de oradaydı yüksek ihtimalle.
“Oraya gitmenin bir yolu olmalı. Yoldan direk gidemeyiz. Binaların içlerinde de ne var bilmiyoruz, yakalanabiliriz ya da daha kötüsü ölümcül bir tuzağın içinde bulabiliriz kendimizi.”
Yiğit’in kafasında bir lambanın yandığını görebiliyordu, sırıtışını durduramıyordu ve aklına geleni söylemeye bile gerek duymadan hemen planını uygulamaya başladı. Poyraz’ı kendisinden uzaklaştırdı hızla ve gitarını çıkarttı. Çaldığı şey Poyraz’a tanıdık geliyordu. Bir süre dinlememek için kendini zor tuttu, çünkü kendisinin de sevdiği bir Beatles şarkısıydı. “Run for Your Life” şu ana uygun bir şarkıydı gerçekten de.
“Well I'd rather see you dead, little girl
Than to be with another man
You better keep your head, little girl
Or I won't know where I am
You better run for your life if you can, little girl
Hide your head in the sand little girl
Catch you with another man
That's the end'a little girl”
Onlara ateş edenler şarkının geldiği yöne odaklanmışlardı, Yiğit saklandığı yerden gitarını çalıp Beatles şarkısını söylemeye devam ediyor, Poyraz da bu oyalama taktiğinden faydalanarak binalar arasından gizlice yol alıyordu.
Askeri bir yapılanma olmamasının avantajını kullanıyordu, kimi vurmaları gerektiğini de pek bilmeyen adamlarla karşı karşıyaydılar. O yüzden Poyraz, karşısına çıkan kişi kendisine saldırma gafletinde bulunana kadar bir şey yapmayacaktı. Adamlar onu arıyorlardı ama karşılarına çıktığında hızla yanından geçiyorlardı; orta yaşının getirdiği görünüşten yeteri kadar faydalanıyordu. Yaşını belli eden gözler, kırışık alın, çökmeye başlamış elmacık kemikleri onu zayıf gösteriyordu. Belki kel birini aramaları gerektiğinden haberdar olabilirler diye çantasından çıkarttığı kırmızı bir şapkayı takmıştı.
Yiğit’in sesi gelmiyordu artık kulağına, ya adamlar onu bulmuşlardı ya da onlar gelmeden kaçmayı başarmıştı. İkincisi daha olasıydı çünkü bir silah sesi de duymamıştı bayağıdır. Bu şekilde yol alarak belediye binasına ulaşmayı başardı.
İki katlı bir binaydı yaklaşmakta olduğu. Uzaktan daha büyük görünüyordu, yaklaştıkça hayal kırıklığına uğradığını hissediyordu. Reis denilen adam da gözünde gitgide küçülen bir düşman haline geliyordu. Adamları askeri disiplinden yoksundu. Uyduruk bir şekilde arabalardan yapılma bariyerlerle sınırları çizilmiş yıkık bir şehirde hayat mücadelesi veriyorlardı. Kimse kimseyi tam olarak tanımıyordu. Yoksa insanların içinden bu kadar rahat geçemez, yabancı olduğu anlaşılırdı.
Belediye binasına girmek kolay olmayacaktı. En az on adam binanın önünde toplanmıştı ve bunlar Reis’in elit askerleriydi gözlemlediği kadarıyla. Daha disiplinli ve ne için orada olduklarını bilen adamlara benziyorlardı. Buradaki adamların tamamı Reisleri gibi atkuyruğu saç ve özenli keçi sakallarıyla dikkat çekiyordu. Onların görüş sahasına girmeden yan sokaklardan birine saptı ve belediye binasına başka bir taraftan girmek için düşündü bir müddet.
“Hey, oradaki…”
Yutkunma sesi kulaklarında büyük bir gürültü eşliğinde patlamıştı ve katanasını hiç düşünmeden çıkarttı. Arkasına döndüğünde gerginliğin onu kusma noktasına getirdiğini hissedebiliyordu. Buraya kadar gelmişken yakalanmaya niyeti yoktu. Karşısındakine acımayacaktı. Ona sesleneni tanıdığında ise rahatladı ve katanasını indirdi. Gelen kişi Yiğit’ti. Gitarı sırtında sırıtıyordu yaşananlardan pek etkilenmemiş gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...