"Vatansever biriyimdir, yine de aslına bakılırsa barış yanlısı olarak bilinmeyi daha çok tercih etmişimdir. Ülke bütünlüğüne değer veririm, sınırlar içerisindeki topraklara bir ülke çatısı altında sahip olunması gerektiğini düşünürüm. Ama bu demek değil ki benim içinde doğup büyüdüğüm, kimliğimde gururla yazan ülkemin de her konuda arkasında olacağım, onun hiç mi hataları olmadı sonuçta? Bir tarih hocası olarak rasyonel bir şekilde düşünebiliyorum bu tür konularda da. Her konuda olduğu gibi vatani konulara da fanatik duygularla asla yaklaşmadım.
Bu ülke ve bulunduğu topraklar var olduğu sürece onu her türlü dış ve iç düşmanlara karşı korumak vatanını seven ve ona değer veren herkesin görevidir. Tabii bu görevin başka türlü de gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. İlle de ele silah alıp düşmanlara ateş etmenin gereği yok, dediğim gibi tercih ettiğim esas sıfat her zaman barışseverliktir. Ülkene faydalı olduğun sürece bunu ne şekilde yaptığının bir önemi olmamalı, onun çıkarlarını başka ülkenin insanlarını mağdur durumda bırakmayacak şekilde üstün tutabiliyorsan hem vatansever hem de barışseversindir. Bir ülkenin iyi bir konumda olabilmesi için sadece eli silah tutan erkeklerden oluşan bir tayfaya değil, aynı zamanda bilgisiyle ve kültürüyle ülkesini her yerde temsil edebilecek kapasitede insanlara ihtiyacı vardır, kadını ve erkeğiyle.
Bu düşüncelerimi felaketin ardından da korumaya özen gösterdim. Elbette bir zaman sonra insanların toparlanmaya başlayacağını ve yine eski dünyanın tarihine sahip çıkmak isteyeceklerini biliyordum. Bulundukları toprakların kanla yazılmış olan tarihinde yürekte bir bayrak taşıyor olmak insanların büyük çoğunluğuna daha değerli ve anlamlı geliyordu. Ben bu şekilde düşünüyordum, o bayrağa sahip olmak lazımdı ve işler ne kadar kötüleşirse kötüleşsin bir vatanın varlığı tek başına dayanma gücü verirdi insanoğluna.
Belki de kızım için bir yer aramam gerekmiyordu, o yer zaten ayaklarımın dibindeydi. O topraklara basıyorduk en başından beri. Sadece bu bilince herkesin ulaşması gerekiyordu. Ama dediğim gibi kanla boyanmış bir bayrağa sarılmak çoğumuza anlamlı geliyordu, arada bu şekilde düşünmeyenler de vardı ve onlar yenidünyanın tarihini kendileri oluşturmak istiyorlardı. Geçmişin tarih kitaplarında yer alan bayrakları yırtıp atmışlardı. Onları ben asla anlayamadım, tarihin kendini tekrar eden bir döngüden ibaret olduğunu görememelerine ise acıyordum sadece."
POYRAZ (8)
Bir kâbusun içindeydi. Trafiğin ortasında kalmıştı, her yer araba kaynıyordu. Arabalara dikkatlice baktığında hiçbirinin içinde kimsenin olmadığını gördü. Her yer bomboştu, etraf sessizdi ve arabalar öylece duruyordu. Arabaların arasından yürüyerek ilerledi, ama arabalar bitmiyordu. En sonunda arabaların ortasında boş bir dairenin olduğunu gördü ve hızla oraya ilerledi.
Dairenin ortasında arkasını dönmüş bir kadın duruyordu. Kadını elbisesinden tanımıştı. Eşiydi. Küçük kızlarını kaybettikleri gün giydiği açık yeşil elbiseyi giyiyordu. Kızlarının ölümünün üzerinden seneler geçmişti ve eşi hala o zamanki yaşındaydı karşısında. Ona baktı ve yutkundu. Ona söyleyecek hiçbir lafı yoktu. Kadın arkasını dönmüyordu bile. Yanmış aile fotoğrafı aklına geldi. Orada ikisinin de yüzü artık fotoğrafın yanmış kısmında kalmıştı, sadece küçük kızları görünüyordu. Eşinin yüzünü hatırlayamadığını fark etti. Arkasını dönmesini bekledi ama o dönmüyor, öylece duruyordu dairenin ortasında. Yüzünü görmeyi çok istiyordu ve dayanamayıp ona doğru ilerledi.
Birden eşinin sesini duydu, dudaklarından çıkan sözcükler Poyraz'ın yüreğini acıtacaktı: "O senin küçük kızındı... Onu sen kaybettin, ama neden beni cezalandırdın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...