GÖKÇEN (10)
Komutan helikopterden inerek belediye binasının önünde bekleyen Reis'e doğru yürüdü. Ona saygıyla selam verdi ve ardından etrafı incelemeye başladı. Onların başlarına gelen her şeyi öğrenmek istiyordu detaylarıyla. Reis pek bir şey anlatmıyordu, daha çok Dr. Ferhat konuşuyordu. Reis'in uyarmasına gerek kalmadan, burada yaşanmış olan olumsuz hiçbir olayı komutanla paylaşmadı.
Meltem, komutan ile sohbet eden Reis'e gururla bakıyordu. Reis eşine bakıp gülümsedi. Durumun bu şekle bürüneceğini tahmin etmeliydi aslında, ama yine de beklediğinden daha erken olmuştu bu. Bu konuma gelebilmek için yaptığı şeyleri düşündü. Daha bir gün önce tam bu noktada yaşlı bir adamın kafasını kesmişti. Protezine dokundu ve acı anıları uzaklaştırmaya çalıştı zihninden.
Tüm askerlerin dışarıda olduğundan emin oldu. On asker vardı toplamda ve hepsi de etraflarında görülebilir bir konumda duruyorlardı. Komutan bir şeyler anlatmaya devam ediyordu, neden geç geldiklerini ve başlarındaki insanların bu konuda ne kadar üzgün olduklarını bahanelerle süsleyerek anlatıyordu. Reis pek dinlemiyordu bunları, ne de olsa ezbere söylenen sözlerdi. Felaket anlarında bile bazı şeyler değişmiyordu.
"Burada yaşananlar ileride torunlarımıza anlatacağımız anılar olacak," diye bitirdi sözlerini komutan. Yaşlı biriydi, adama dikkatlice baktığında babasına ne kadar da çok benzediğini fark etti. Ondan nefret ederdi. Hayat görüşleri tamamen birbirinden farklıydı ve babası bu farklılığı ortadan kaldırmanın başlıca yolu olarak dayağı görürdü. Ona karşı çıkmak için elinden geleni yapmıştı. Ama evlenene kadar babasının soluğunu ensesinde hissetmeye devam etmişti. Ne zaman evlenmişti, işte o zaman babası hayatından çıkmıştı; evlendiğinin ertesi günü babası evinde kalp krizi geçirmiş bir şekilde bulunmuştu. Eşi Meltem ondan daha çok üzülmüştü ve gerekirse ailesiyle birlikte birkaç gün geçirebileceğini söylemişti, ama o bu sıcak öneriyi geri çevirmişti; babasının yasını eşiyle geçirdiği arzu dolu anlarla tutmuştu büyük bir hazla.
"Sizi temin ederim, sizinle bir meselem yok komutanım," dedi Reis birden, aslında kimi kandırıyordu, tabii ki onunla bir meselesi vardı, helikopterden inip askeri üniformasıyla karşısına dikildiği andan itibaren o adam onun bir meselesi haline gelmişti artık. Bu kadar ayın ardından ne hadlerine buraya gelip hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlardı? Bu kadar basit miydi her şey? Burada başlarında kimseler yokken az daha eşini kaybediyordu ve bir elinden de olmuştu.
"Ne demek istediğinizi anlamadım," dedi komutan şaşırmış bir şekilde. Burada gayet barışçı bir şekilde karşılanmıştı ve askerleriyle gayet iyi ilgilenildiğini görmüştü. Bu konuşmanın nereye varacağını kestirememişti bu nedenle.
"Topraklarımdan gitmenizi istiyorum, yoksa bunu zorla yapmak zorunda kalacağım," dedi emreden bir ses tonuyla Reis.
"Bu ne terbiyesizlik böyle? Sen kendini ne sanıyorsun be adam?" diye bağırdı komutan hemen. Meselenin ne olduğunu anlamıştı ve bu adama haddini bildirecekti yaptığı kahramanlıklara rağmen.
"Kendimi ne sandığımı size göstereyim isterseniz," dedi kendinden emin bir şekilde ve protez kolunu havaya kaldırdı. Bu adamlarına gerekli sinyali verecekti. Her biri binalardan birine saklanmıştı ve pencerelerden aşağıya bakıyorlardı ellerindeki silahlarla hazır bir şekilde. Sinyali gördükleri gibi de hedef aldıkları genç askerleri acımadan vurmaya başladılar.
Bu durumdan habersiz olan Meltem dehşetle haykırırken, Reis'ten diğerleri kadar korkmayıp karşı çıkabilen biri olan Dr. Ferhat: "Ne yapıyorsun sen?" diye yaptığı şeyi durdurmaya çalıştı.
"Geri dur doktor. Arada seni de kaynatmayalım," diye uyardı Reis hemen onu ve tabancasını komutana doğrulttu.
Komutan karşısında dikilmeye devam ediyordu. Korkusu yoktu, bu deliye istediği şeyi vermeyecekti.
"Sen kaybolmuşsun evlat. Umarım bir gün bağışlanırsın," dedi hüzünlü bir şekilde.
"Yalvardığını göremeyeceğim anlaşılan, o zaman daha fazla uzatmanın âlemi yok bu işi," dedi Reis gaddarca ve tereddüt dahi etmeden komutanı alnından vurdu.
Tüm askerler öldürüldükten sonra hırsla etrafındaki insanlara dönen Reis: "Bu topraklar artık Cumhuriyet'in değil, benim topraklarım!" diye kendini diktatör ilan etti. O gün
ülkede yeni bir sınır çizilmişti, ama orada olaylara tanık olanlardan başka kimse bu gerçeğin farkında değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...