Başlangıç Notu: Bu konuda pek görüş gelmedi, ben de Varoluş 2'ye koyduğum bölümleri buraya da eklemeye devam ediyorum. Çünkü Varoluş 2 hala nedense fark edilmemiş durumda, Varoluş'a devam yazmayacak mısın diye soruyorlar inatla, yeni yazdığım bölümleri oradan koyuyorum diyorum işte.
YİĞİT
Bir dakika önce buraya gelmemek için ısrar ediyordu, birden ne olduğunu anlamadı ve Poyraz'ın haykırışları yüreğine işlerken buldu kendisini. Onu lafa tutmasaydı belki de Yeliz'e kurşunların gelmesine engel olabilirdi Poyraz, bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceklerdi.
Çadır kentin ilk günlerinde insanları biraz olsun neşelendirmek için gitarını çaldığı günler aklına gelmişti. Herkes Hoca'nın etrafında toplanmaya başladığında bir kişi onun gibi sesini çıkartmaktan geri kalmıyordu, ama Hoca tarafından kovulduğu zaman o da sesini çıkartamamıştı, en azından Yiğit'in kulağına sesi ulaşmamıştı. Şimdi ise o kişinin aslında Poyraz'ın eşi Leyla olduğunu öğreniyordu. Yeliz'in bedeninin başında Poyraz'ı sakinleştirmeye çalışıyordu Leyla. O sırada da askerler etraflarını sarıyordu.
Birden Berk'in de en az Poyraz kadar yaşadıkları bu acının karşısında şok geçirdiğini fark etmişti. Bir yandan Yeliz'e belki ölmemiştir umuduyla sarılırken bir yandan da adını sayıklıyordu.
"Korhan, beni duyuyor musun? Ben buradayım. Yanına geldim" diye teselli edici sözler söylemeye çalışıyordu Leyla. O anda Poyraz'ın gerçek adının da Korhan olduğunu ilk kez öğrenmişti Yiğit. Yeliz'in hiçbir zaman Poyraz'ın asıl adını öğrenemeyeceği düşüncesi ister istemez yüreğinde bir yerleri acıtmıştı. O bu düşünceler içerisindeyken gruptan birisi daha aklı başında kalmayı başarmıştı.
Leyla gruba dönmüştü ve onlara neler olduğunu sorduğu zaman Yiğit dilinin tutulduğunu fark etmişti, ama Kerem hemen sözü eline alarak durumu toparlayabilmişti.
"Sanırım eşim dediğiniz kişi Poyraz Bey oluyor. Biz onu samuray kılıcıyla tanıdığımızdan beri adının Poyraz olduğunu belirtmişti. Kimseye yalancı demek istemem, ama ortada böyle bir durum olduğunu da bilin. Herhalde eşinizi karıştırmazsınız."
Leyla adama tam bir şeyler diyecekti ki askerlerin başında olduğu emir veren ses tonundan anlaşılan kızıl saçlı bir kadının sesi duyuldu: "Burada neler oldu böyle?"
Askerlere döndü ve öfkeli sesini bastırmaya çalışsa da başarılı olamadı: "Hangi silahtan çıktı bu kurşun? Tek bir silah sesi duyuldu ve sadece sizlerde silah vardı."
Askerler yanıt vermez bir haldeyken kar yağışı da artmaya başlamıştı. O kadar süre kapkara bulutların altında yaşamaya alışmışlardı, sürekli bir nem olurdu ve nefes almayı zorlaştırırdı bu durum. Ormanların büyük kısmı yanmış, şehirler harap olmuş bir haldeydi ve bu yüzden de Yiğit her şeyin sonunda atmosferle toprak arasında bir gram bile hava kalmayacağını, mosmor bir yüz ifadesiyle ölümlerinin geleceğini hep hayal ederdi. Yine de bu neşesini kaçırmazdı ve kül yağmurları eşliğinde kendi yaptığı besteleri birkaç saniyeliğine bile olsa insanları keyiflendirmek için söylerdi. Tabi insanların o sıralarda hayatta kalmaya çalışmak gibi bir uğraşları olunca, onun yaptığı daha çok ağustos böceğinin tembelliğine benzetiliyordu.
Dışarıda kalmayı zorlaştıracak kadar hava soğumaya başlarken kimse şu anda bunu sıkıntı olarak görmüyordu. Çadır kentte kalanların neredeyse tamamı etraflarında toplanıyordu. O an için gelişmeleri takip etmek ve gidişatın bir parçası olmak sanki daha önemli gibiydi. Her ne kadar Yeliz için pek bir umut kalmadığını kendisi de içinden kabulleniyor olsa da kızıl saçlı kadının söyledikleriyle içine bir umut dolmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...