LEYLA (7)
Murat'ın mezarını ziyarete gittiğinde kendisi gibi düşünen başka birinin daha olduğunu gördü. Ayşe mezarın başında sessizce ayakta dikilmiş mezara bakıyordu. Leyla'nın geldiğini görünce içi rahatladı, başka birisi geldi diye ödü kopmuştu.
"Sen miydin Leyla abla?"
"Rahat ol Ayşe. Burada ne kadar durmak istersen durabilirsin. Ben kenarda beklerim, biri gelecek olursa da sana haber veririm."
"Teşekkür ederim abla," dedi iyice rahatlayan Ayşe ve daha huzurlu bir şekilde duasını bitirdi içinden.
Çadırlarına geri dönerlerken aralarındaki sıcak ilişkisinin geriye dönmeye başladığını fark etmişti Leyla ve bu durumdan dolayı mutlu olmuştu. Ayşe eskisinden de güler yüzlüydü ona karşı. Her ne kadar içindeki acıyı hiçbir şey dindiremeyecek olsa da bunu kimselere belli etmemeye çalışıyor ve sürekli insanlara gülümsüyordu. Leyla ise o acıyı görebiliyordu.
"Eski hayatını sen hiç anlatmadın bana abla," dedi birden Ayşe.
"Neyi öğrenmek istiyorsun ki? Eski hayatlarımıza geri dönemeyeceğimiz belli nasılsa," dedi Leyla da gülerek.
"Mesela eşini hiç anlatmadın. Evli olduğunu duymuştum. Ama sana soracak kadar cesaretim yoktu şu zamana kadar. Eşin nasıl biriydi?"
"Onu tanımlayacak en doğru sözcük sanırım yürekli olurdu. Adı gibi yüreğinde her zaman bir ateş kor halinde yanmaya devam ederdi. Onun bu özelliğine hayrandım. Yaşlandıkça bile bu özelliğini kaybetmemişti. Ama içindeki sönmeyen ateşi hırslarını gerçekleştirmek ve ailesinin ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkça ona faydası oluyordu, ne zaman öfkesini bu ateşin gücüyle bir araya getirdi, işte o zaman onun yanında duran herkes onunla beraber yandı."
"Peki ne oldu da birden bir yangına dönüştü?"
"Sahip olduğu en değerli şeyleri kaybetmişti birer birer ve ben onun yanında yer aldıkça kaybettikleri için beni suçlamaya başladı. Daha fazla dayanamadım ben de. Böylece sahip olduğu en değerli son şeyi de kaybetmiş oldu, beni."
Leyla geçmişi daha fazla konuşmak istemiyordu. Onun yerine gülümsedi ve başka bir konu açmaya çalıştı: "Bugün megafonu test edeceklermiş diye duydum. Ezan sesini duymamız yakındır."
Ayşe de aynı hevesi taşıyordu. Eski dünyalarına ait bir şeyin geri dönüyor oluşu onları heyecanlandırıyordu. Her gün seçilecek olan, sesine güvenen bir erkek, megafon aracılığıyla o günün ezanını beş vakit okuyacaktı.
İlk günü Hüseyin hocanın kendisi okuyacaktı, diğer günlerde de başkaları. Bu uygulamayı yapmasının nedeni insanları heveslendirecek bir aktivite bulmak istemesiydi. Kendisi her gün okurdu ezanı ve bu görevi yapmaktan yorulmazdı, ama o bu grubun lideri olduğundan sürekli bu işle ilgilenemezdi ve insanların diğer ihtiyaçlarına çözüm bulabilmek için de bedenini fazla yormak istemiyordu.
Leyla bu kadar kapalı bir topluma dönüşüyor olmalarını arzu etmiyordu ama hocanın da dediği gibi dini duygular insanlara moral oluyordu bu felaket günlerinde ve insanların gerçekten de inançlarını korumaya ihtiyaçları vardı. Başka bir insanın haksızlığa uğramasına izin vermeyecekti, ama bu düzenin işlemesine de ses çıkartmayacaktı, en azından düzgünce işlediği sürece.
İnsanların toplandığını gördüler, hatta bazıları ellerinde taşlarla bir yere doğru bağırıyorlardı. Ne olduğunu merak ederek hızlandılar. Bir kadın direğin birine bağlanmıştı ve yüzü gözü kan içindeydi. Leyla o kadının Yağmur olduğunu görünce şaşkınlıktan kalakalmıştı, Ayşe'nin de en az kendisi kadar şaşırdığını görebiliyordu.
"Cadı!" diye bağırtılar yükseliyordu. Hüseyin Hoca direğin başında durmuş bir şeyler söylüyordu kadına bakarak.
"Ne oluyor burada?" diye sordu Leyla kalabalığı yararak ve cebinden çıkarttığı mendille Yağmur'un her tarafına bulaşan kanları silmeye başladı.
"Çadırında büyü malzemeleri bulduk," diye açıkladı kısaca Hüseyin Hoca. Leyla bu büyü olayını duymuştu, insanların çadırlarında bez torbaları buluyorlardı uzun zamandır. O böyle üfürükçü hikâyelerine inanmazdı, ama en son bez torbasının bulunduğu çadırda yaşayan hamile bir kadının bebeğini düşürmesi ve kendisinin ölmesinin sonucunda işler iyice karışmıştı. İnsanlar aralarında bir cadı olduğuna inanmışlardı iyice.
"Hüseyin Efendi, sen daha bilgili birisin. Bir şeyler söyle şu insanlara," diye haykırdı Leyla insanların kadına taş atmalarına engel olamayarak.
Hüseyin Hoca taviz vermez bir bakış atıyordu: "Kâhinlik yapan, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, kitabımıza inanmamış olur."
Leyla bu olaylara inanamıyordu. Yağmur ise durumunu kabullenmişti, anlaşılan gerçekten de o bez torbalarını koyan kişi oydu. Dudaklarına isabet eden taşlar yüzünden artık konuşamaz olmuştu.
"Yeterince cezalandırılmadı mı?" diye sordu sonunda yılmış edayla Leyla, ne de olsa insanları ikna edemeyeceğini biliyordu artık. Hoca kesin bir dille: "En az bir gün burada bağlı duracak, daha sonra büyünün ne kadar büyük bir günah olduğunu anladığını söyler ve bir daha böyle bir ahlaksızlığa bulaşmayacağının sözünü verirse belki aramıza bir daha katılmasına izin veririz," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...