KEREM
Yön duygusunu genelde kaybetmezdi. Her zaman çevresine dikkat ederdi, belki de bu yüzden genelde hep en geride kalan kendisi olurdu. Ama bazı zamanlar, bu hayatının tehlikede olduğu zamanlar oluyor, herkesten daha önde ve hızlı bir şekilde koşabilmeyi de bilirdi. Reis'in kendi sınırlarını çizdiği topraklarından can havliyle kaçarken grubun en önünden koşan oydu, ama bu anlaşılır bir durumdu yani karakterine uyan bir davranıştı. Ama şimdi nasıl bu kadar hızlı koşabildiğine kendisi de inanamıyordu. Başkasını kurtarmak için bu kadar efor harcayacağını hiç ummazdı, başkasının da kendisi gibi bu duruma şaşıracağına emindi.
Yiğit'i hantal bedeniyle kurtaramayacağı belliydi, on yaşındaki bir velet bile onu dövebilirdi. Kerem gücünü daha çok zekâsıyla birleştirmeyi tercih ederdi. Bu nedenle askerlere durumu haber vermek en mantıklı seçenekti. Ama yolda koştururken son anda daha mantıklı bir seçenek aklına geldi. Yiğit'e saldıran ergenler askerlerin yakınlarında böylesi bir olayın içerisine arkalarında bir koruma olmadan girmezlerdi, askerler de çok gençtiler ama ellerindeki silahlar ergen kitle için onların korkutucu olmalarına yetiyordu. Bunu fark etmesiyle beraber bu durumu kendi lehine kullanabileceğini de fark etmesi kaçınılmaz olmuştu ve kendisini Hüseyin Hoca'nın çadırında bulmuştu.
Hoca koltukta oturuyordu. Arkasında bir perde vardı ve orada iki kadın bir işle uğraşıyorlardı. Kerem hemen ne olduğunu anlamıştı, Yeliz'i cenaze töreni için hazırlıyorlardı, yıkaması yapılıyordu. Askerler ortada yoktu, Poyraz ve Leyla'dan da bir haber yoktu. O anda aklına Berk geldi, ama şimdi onu düşünemeyecekti.
"Sizi tanıdığımı söyleyemeyeceğim. Ama isminizi biliyorum, Kerem Bey."
Genelde tanışmalarda ilk konuşmayı kendisi yapmayı tercih ederdi, bunu bir oyun olarak görürdü ve rakibinden önce ilk hamleyi yapan taraf olmak daha çok işine gelirdi. Ama Hoca sanki onun bu özelliğini sezmiş gibiydi ve Kerem'in dudaklarından sözcüklerin çıkmasını beklemeden o konuşmaya başlamıştı. Yine de şah mat olmasına daha çok vardı ve Hoca'nın onu yenmesine müsaade etmeyecekti, çünkü diğerleri Hoca'nın aslında ne kadar kurnaz olduğunu fark edememiş olabilirdi, ama kendisi daha onu tanımadan kiminle oyun oynamak üzere olduğunu anlamıştı.
"Buraya yardım çağırmaya gelmek üzereydim, ama birden bir aydınlanma yaşadım."
"Neymiş o, Kerem Bey? Işığınızla bizi de aydınlatın, ilminizden faydalanmayı biz de isteriz."
"O çocukları Yiğit'e bir karşılama töreni sergilesinler diye sen gönderdin, yoksa askerlerin dibinde böyle bir şiddet eyleminde bulunmayı tercih etmezlerdi."
"Neden böyle bir şey yapayım ki?"
"Çünkü sen bir lidersin. Halkının iyiliğini düşünüyorsun, ama maalesef bazen acımasız kararlar vermen gerekebiliyor. Huzuru bozanın burada kalmasını sağladın, onun dışarıda bir daha tek başına kalırsa zarar göreceğini biliyorsun ve onun hayatını kurtardın. Ama bu senden nefret edeceği gerçeğini değiştirmiyor."
Hoca koltuktan kalktığında Kerem gerildiğini hissetmişti. Reis'e karşı düşüncelerini açıkça söylerdi, ama onu asla yargılamaya kalkmazdı. Reis bu özelliğinden dolayı onu bir numaralı adamı konumuna yükseltmişti, hatta her zaman nerede durması gerektiğini bilen biri olduğunu söylerdi ona. Reis'in herhalde en çok takdir ettiği yönü buydu, onun kıymetini görebilmişti. Umut ediyordu ki Hoca da Reis gibi akıllıca hamlede bulunacaktı kendisine karşı.
"Burada insanlar diken üzerinde, Kerem Bey. En büyük korkum insanların ahlaksızlığa geçit vermesi, bunun için normalden daha acımasız tedbirler almaktan çekinmememiz icap ediyor. Bu kararları alabilen birinin de lider olması gerekiyordu, insanlar da benim liderliğimden memnun kaldılar."
"Sizin aldığınız kararlara acımasız deniyorsa, bir de benim geldiğim yerdeki lideri görmelilerdi. Liderliğine karşı çıkan adamın birini herkesin gözü önünde öldürmekten çekinmeyen bir liderin çatısı altındaydım uzun bir süre."
"Oradaki durum sizi rahatsız ediyor muydu?"
"Tabi ki de hayır, hayatta kalmamı sağlayan birisi gerçek bir liderdir benim gözümde. Liderlik ettiği grubundan bir kişinin bile ölümüne neden olan birisi liderliği beceremiyor demektir."
Hoca gülümsemeden duramamıştı. Birbirlerine baktılar ve bakışmalarla devam eden oyunun ikinci aşamasına geçtiler. Konuşmalardan daha tehlikeli olabiliyordu bazen bu bakışmalar, çünkü yalanları gözler saklayamazdı. Hoca'nın onda ne aradığını anlayabiliyordu.
"Size ilginç bir gözlemimi aktarayım, Kerem Bey. Belki beni daha iyi anlayabilirsiniz."
"Tabi, buyurun."
"Reis denilen adamın yanındaydınız, daha sonrasında Profesör Ayaz ile beraber yolculuk ettiniz. Şimdi de buradasın. Reis ve Profesör arasındaki benzerliği bilmem görebildiniz mi?"
"Anladığımı söyleyemeyeceğim."
"Çünkü anlamak istemiyorsunuz. Bu iki lider kaybettiler ve siz bu iki liderin de en yakınında olmayı başardınız. Siz bir virüssünüz, Kerem Bey. Enfekte ettiğiniz kişilerden besleniyorsunuz, sonunda onlar güçsüz düşüyorlar ve siz direkt o bedeni terk ediyorsunuz, ardından da başka bir beden arayışına giriyorsunuz, o başka beden de her zaman hayatta kalmayı başarmış en güçlü olan insanlar oluyor. Bu özellikleri gösteren burada en yakın tercih ben oluyorum tabi."
Kerem genelde duygusuz kalmayı her zaman başarmış biri olarak görürdü kendisini. Ama şu anda neden yüzü kızarıyordu, anlam veremiyordu. Utandığını itiraf etmeyecekti kendisine. Hoca'nın şah mat demesine izin vermeyecekti. Tam ağzını açacaktı ki Hoca'nın yüz ifadesinin daha da sert bir hal almaya başladığını gördü.
"Şimdi çıkın çadırımdan, Kerem Bey. Ben sizin ikiyüzlü oyunlarınızın bir parçası olmayacağım. Bu bir oyun değil, insanların kaybetmesinden zevk almanıza burada izin vermeyeceğim ve burada kalmak istiyorsanız uymanız gereken tek bir kural var: O da herhangi bir ahlaksız harekette bulunmamanız, yoksa karın altında cesedinize bile ulaşamaz kimseler."
Kerem çadırdan çıkmak zorunda kaldı ve dudaklarından: "şah mat" sözleri çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...