YELİZ (1)
Bedeni uzun süreler susuz ve aç kalmaya alışkındı artık. Gözlerini kapatıp kıpırdamadan öylece duruvermesi yeterdi. Gözlerini arada bir araladığı zaman görmek zorunda kaldığı yağlanmış buklelerini de yememesi gerektiğinin bilincindeydi, yine de şu anda onlar bile gözüne lezzetli görünüyordu.
Kilitli tutulduğu odasında sadece tek bir mum, ışık kaynağı olarak görev görüyordu. Zaten iki elinden de bağlı olduğu yatak haricinde pek eşya yoktu. Penceresiz bir odaydı, hoş pencere olsa da bu yenidünyada pek bir anlamı olup olmadığı ayrı bir tartışma konusuydu.
Ona uzun gelen bir sürenin sonunda biri odasına girdiğinde iyice zaman kavramını yitirmişti. Gelen kişiyi tanımıştı. Bu tıknaz adama küçük kızla ilgilenmesi yönünde görev verilmişti anlaşılan. İşte o küçük kız kendisi oluyordu, adının Yeliz olduğunu kendisine arada bir hatırlatmasa her an unutabileceği korkusuyla yaşıyordu.
Bu tıknaz ve biraz da sinsi surata sahip adam ona özenle bir ekmek arası hazırlamış gibi görünüyordu. Zorla açtığı gözlerinin gördüğü kadarıyla içine domates ve peynir bile konulmuştu. Domatesler yüksek ihtimalle çürümüşlerdi. Bu dünyada artık taze domates bulmak olanaksızdı. Uzun zaman koruyucu özelliği bulunan kaliteli buzdolapları olanlar bir süre daha sebze ve meyvelerin tadını alabilecekti. Domateslerin çürümüşlük oranına bakılırsa ev sahibinin pek kaliteli olmayan bir buzdolabı vardı. Peynir yine de fena değildi. Sonuçta hala ulaşılabilir bir gıdaydı, tabii ineklerin daha ne kadar yaşayabileceğine bağlı olarak.
Ona ekmek arasını getiren adama teşekkür eden bir bakış attıktan sonra yemeğini hızla yemeye başladı. Ekmeğin taze olması hoşuna gitmişti, uzun zamandır bayat olarak yemek zorunda kalmıştı. Ev sahibinin bu tarz imkânlarının olması en azından yaşadığı şu zorlu süreci daha katlanır hale getiriyordu, kendisinin mahkûmiyet hayatının daha ne kadar süreceğini bilmiyor olsa da en azından güzel imkânları değerlendirmeyi ihmal etmeyecekti.
Ekmek arasını bitirdikten sonra tekrar gözlerini kapadı ve aklına güzel şeyler getirmeye çalıştı. Ailesiyle bir zamanlar parka gittiği zamanları ve üstüne damlatarak sonuçlanan, bir türlü yemeyi beceremediği dondurmanın tadını hatırlamaya çalıştı. Her türlü çeşidini severdi dondurmanın, yine de vazgeçilmezi karadutlu olandı. Şimdi olsa pek sevmediği antepfıstıklıyı bile yemeye razıydı. Sonra anıları biraz daha korkunç bir hale bürünmeye başladı. En çok sesi unutamıyordu. Etrafın tamamen kapkara olduğunu gördüğü o ilk an ise gözlerinin önünden gitmiyordu. Ailesi yanındaydı ve dondurma tamamen üstüne dökülmüştü. Orada kurtulmasını sağlayan da işte o dondurmaydı. Ayağının kaymasına neden olan o dondurma sayesinde yıkılan yoldan sürünerek de olsa kurtulmayı başarmıştı. Ailesi ise geride kalmıştı, kızlarının başta düştüğünü fark edemeyen aile, tam ayaklarının bastığı noktada oluşan çukura düşmüşlerdi. En son annesinin, kızının da onlarla birlikte çukura düşmediğini fark ederek huzurla öldüğünü hatırlıyordu.
Devamında ise anılar kesik bir şekilde ilerliyordu. Binanın birinde kurtarma çalışmaları vardı ve molozların arasından sarkan kalın bir ip dikkatini çekmişti. Onu çektiği anda ağır moloz kenara devrilmiş ve altından orta yaşlı, kel bir adam çıkmıştı. Ona elini uzattığında adam hiç düşünmeden uzatılan eli kabul etmişti. Boynuna dolanmış olan ipin aksine hayat dolu bakışları olan bir adamdı kurtardığı kişi ve ondan sonra da hep o adamla birlikte yolculuk etmişti.
Poyraz demişti adına, doğruyu söyleyip söylediğini kestiremiyordu kız ama en azından artık adamın adı Poyraz olmuştu. Poyraz ile aralarında başlayan ilişki ikisinin de hayatta kalmalarını sağlamıştı ve birbirlerine güvenlerini hiç kaybetmemişlerdi. Yeliz ne olursa olsun Poyraz'ın gelip kendisini kurtaracağına işte bu yüzden emindi. Sadece beklemesi gerekiyordu o kadar.
Günün ilerleyen saatlerinde -en azından birkaç saat geçtiğine emindi- yeniden kilitli olduğu odanın kapısı açıldı. Gelen kişi onu şaşırtmıştı. Çünkü ev sahibinin ta kendisiydi. Sakin kalmak için kendisine söz verdiği belli oluyordu. Sabırsız karakterini saklamakta zorluk çekiyordu.
"Ağabeyin bizi zor durumda bıraktı küçük kız," diye konuştu Reis.
"Anlıyorum," diyebildi Yeliz. Zaten ne demesini bekliyordu ki, ona da emin değildi.
Reis küçük kıza söyleyeceği sözleri anlayabileceği bir şekilde yavaşça söylemeye başladı: "Bundan sonrası için söz veremem. Sana elimizden geldiğince iyi bakmaya çalıştık, bunu sen de biliyorsun. Ama ağabeyin hata yapmaya doyamıyor, o yüzden bundan sonra yaşayacağın acıların sorumlusu olarak bizi değil onu gör. Bunu söylemek istedim sana, hazır ol diye."
Küçük kızı bu sözler hiç etkilememiş gibiydi. Reis'in gözlerine korkusuzca bakarak: "Ben zaten hazırdım. Her şeye..." diye konuştu.
Reis içinden küçük kızın cesaretini takdir etmişti, ama bunu belli etmeden: "Öyle olsun," dedi sadece ve odadan çıktı.
Yeliz, adam çıktıktan sonra o kadar da cesur olmadığını fark etmişti, titremelerini adamdan saklayabildiği için şükretti. Poyraz'ın yaptığı hata neydi bilmiyordu, ama kurtuluşunu engelleyecek bir aptallığa girişmeyeceğini biliyordu, ağabeyi olarak gördüğü kişi bu şekilde davranmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Science FictionMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...