LEYLA (1)
Çadırda uyumaya hiçbir zaman alışamayacağını düşünürdü, ama geçirdiği birkaç hafta insan bedeninin bir süre sonra her ortam koşuluna adapte olabileceğini öğretmişti. Bir zamanlar alımlı bir kadındı, en azından kendisi öyle olduğunu düşünüyordu. Başkalarının da hayran bakışlarını yakalamamış değildi. Kırklı yaşlarının sonlarında bu kadar çabucak çökeceğini hiç ummamıştı, tabii bu yaşanılan günlerin bu erken çöküşü hızlandırdığı da belliydi.
Ayşe tedirgin bir şekilde çadıra girdiğinde Leyla yemek zamanının geldiğini anlamıştı. Ayşe artık sırf bu amaçla çadırına girer olmuştu. Günün geri kalan kısmında yemek kazanında sürekli yemek yaparak zaman geçiriyordu. Yirmili yaşlarında, etrafına neşe saçan bir kız olarak tanırdı onu, ama son zamanlarda büyük bir değişiklik içerisine girmişti. Fazla konuşmaz, sadece ona söyleneni yapar ve en önemlisi gözlerini hiç yukarı kaldırmazdı, buna cüret etmeye bile korkar olmuştu. Çadır arkadaşındaki bu değişim korkutucu düzeye gelmiş olmasına rağmen Leyla hiç sesini çıkartmamıştı, sesini çıkartanlara ne olduğunu görmüştü.
Sesini yine de diğer insanlara göre daha fazla çıkartmaya cesaret ediyordu, gitgide bu cesaretini kaybediyor olmasına rağmen ama “Neden bu insanlar için dilimi yoruyorum ki?” sorusuna yanıt bulamaz olmuştu. Sesinin bir yerlere ulaşabilmesinin nedeni ise insanların ona saygı duymasıydı. Emeklilik hayatı başlayana kadar eline silah bile değmemiş bu kadını bir merak sarmış ve avcılık kulübüne yazılırken bulmuştu kendini. Bu konuda da gayet yetenekli çıkmıştı, nereden bilebilirdi ki o kulüp ortamında kazandığı becerilerin bu yenidünyada işine yarayacağını ve avcı olarak tanınmasını sağlayacağını.
Çadırdan çıkıp ortak alana doğru yürüdüğünde birkaç gündür süregelen uygulamadan vazgeçilmeyeceğine tamamen ikna olmuştu. İki büyük masanın bir tanesi tamamen erkeklere, bir tanesi ise kadınlar ayrılmıştı. Masadakilerin hepsi yemeye başlamak için hevesle son kalanların da gelmesini bekliyorlardı. Bazıları huysuzlanmaya başlamıştı bile, yine avcı kadının en son geldiği konuşuluyordu insanlar arasında. Leyla bu konuşmaları duymamış gibi yapıyordu.
Tabureler ve plastik sandalyelerin dışında erkeklerin masasına büyük bir koltuk da konulmuştu. Leyla o koltukta oturanı biliyordu ama bu kadarına cüret edemeyeceğine kendisini inandırmıştı bu zamana kadar boş yere. Gözleri tamamen Leyla’nın üzerindeydi diğer erkeklerin aksine. Hiçbir erkek kadınların tarafına bakmıyordu ama o gözleriyle Leyla’yı takip ediyordu.
Leyla bunun bilincindeydi ve hiç çekinmeden erkeklerin masasına doğru: “Afiyet olsun,” dedi saygılı bir ses tonuyla, ama hiçbir karşılık gelmedi.
“Herkes buyur ettiğine göre duamızın ardından yemeğimize başlayabiliriz,” dedi koltuğunda oturan kişi. Bu söz üzerine hepsinin elleri dua pozisyonuna gelmişti ve adam duasını yüksek sesle söylemeye başladı: “Biz aciz kullarız, Senin sonsuz ikram ve ihsanına muhtacız. Bizlere dünya ve ahirette güzel nimetler ihsan eyle! Ey güzel Rabbimiz! Bu sofrada tattırdığın nimetlerin daha güzellerini ebedî mutluluk yurdu olan cennetinde de tatmayı bizlere nasip eyle!”
Leyla önüne konmuş yemeğe baktı dua boyunca, son anda Amin demeyi aklına getirebilmişti. O yemeyi sofraya getiren aslında kendisiydi. Avcılık yeteneği sayesinde izini sürüp vurduğu bir keçiden yapılmış bir et yemeğiydi. Keçinin tamamını harcamamışlardır diye umuyordu, ama bu aptallara güven olmazdı.
“Başlasana artık,” diye dürttü yanındaki kişi. Yağmur, avcı kadına saygı duyuyordu herkes gibi, ama yine de tavırlarından dolayı rahatsız olduğunu saklamıyordu. Leyla da bu rahatsızlığın farkındaydı, bu yüzden de ona inat sürekli onun yanına oturmanın bir yolunu buluyordu her yemekte. Yağmur ondan uzak durmaya çalışsa bile bir şekilde yine Leyla’yı yanında buluyordu.
“Zevkimi baltalamayı ne de çok seviyorsun. Bu keçiyi bulana kadar bir gün dağlarda dolaşmam gerekmişti.”
“Ayşe’nin de onu bu hale getirmesi bir günü aldı,” diye karşılık verdi soğuk bir şekilde Yağmur.
“Ayşe’nin ellerine sağlık o zaman,” dedi bozulduğunu belli etmeden Leyla. Ayşe de kuru bir teşekkürle karşılık verdi.
Erkekler arasında avcılık yeteneği olan yoktu, en fazla inşaat işçisi olarak çalışmış olanlar vardı. Onlar ağır işleri yapabiliyorlardı, ama hayatında hiç doğru dürüst yük kaldırmamış memur ya da mühendis erkekler için bu hayat çok zor geçmekteydi. Hele onlar dururken yaşını başını almış bir kadının avcı olarak ön plana çıkması daha utanç verici bir durum oluyordu. Gerçi Leyla bunu garipsemiyordu, abartmaya gerek yoktu bu durumu ama içinde bulunduğu toplulukta artık bu durumdan rahatsız olanların sayısının arttığının da farkındaydı. Leyla bu duruma çözüm olarak kaç kere erkeklerden bir kaçına yeteneklerini öğretmek istemiş, ama kimse bunu sıcak karşılamamıştı. Başka da önerebileceği bir şey yoktu.
Yemeğin ardından kadınlar, erkeklerin dağılmasını beklemiş ve ardından iki masayı da toplama işine girişmişlerdi. Leyla kendi tabağını temizlemiş, gerisini bırakmıştı. Çadırına çekilmeyi tercih etmişti.
Dışarı çıkmak içini daha beter sıkıyordu, siyah gökyüzünü görmeye dayanamıyordu. Avcılık işi olmasa çadırdan hiç çıkmak istemiyordu. Burada işe yarıyor olmasının da tek nedeni bu yeteneğiydi, yoksa çoktan kovulmuş olurdu. Çünkü bu topluluğun kurallarına uygun hareket etmiyordu, en son kulağına ulaşmış hakkında söylenen sözler arasında ahlaksız bile vardı. Yine de dayanmak için kendi kendini ikna ediyordu, ne olursa olsun buradan ayrılamazdı. Dışarıda hayatın daha zor olacağını tahmin edebiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varoluş
Ficțiune științifico-fantasticăMacera, gerilim ve beklenmedik sürprizlerle bezeli bir hikayenin derinliklerine girmeye hazır olun. Türkiye'de pek fazla görülmeyen yerli post-apokaliptik romanlara olan açlığınızı bastıracak ve gerçekte dünyamızda böylesi bir felaket olduğunda nele...