"Cenk"
Gözümü sabahın ilk ışıklarıyla açtığımda, gün henüz ağarmamıştı. Sanırım hayatta en sevdiğim şeylerden biri de güne olabildiğince erken başlamaktı. Her zaman çalışmak için en uygun zamanın sabah saatleri olduğunu söylerdim. Beynin öğrenmek için en hevesli olduğu an olduğunu düşünürsek, bence makul bir düşünceydi.
Duvarda asılı olan saate baktım, durmuştu. Her evde durmuş olan, en az bir saat olurdu. Kimse arkasındaki küçük pilleri değiştirmek için çaba harcamaz, doğru zamanı gösterdiği ana kadar da anlamını yitirirdi. Ben en çok ne zaman durduklarına kafa yorardım. Hangi anda durmuşlardı ve gerçekten o anı sevmişler miydi?
Evimde her zaman bana bir şeyleri anımsatan eşyaları barındırırdım, bu anısı olan obje de olurdu, sevdiklerimce seçilmiş hediye de... Bunların sayısını makul ölçülerde tutmaya gayret ederdim, zira kendi yaşam alanımı işgal eden fazladan birkaç parça eşya can sıkıcı olabilirdi.
Yalnızlıktan hoşlanan insanların, penceden baktığında insan görmeye tahammülü olmazdı, işte bendeki durumda buydu. Bu sebeple perdeyi araladığımda ucu bucağı belli olmayan deniz, suyun üzerinde heybetlice süzülen birkaç gemi ve iskeleye bağlanmış tekneleri görürdüm. İşte, benim için huzur da bundan ibaretti.
Mail adresimi açıp bana gönderilmiş olan dosyalar üzerine çalışmaya başlamak için masama oturdum. İçimde kafein almak üzerine büyük bir arzu uyandığında, oturduğum metal sandalyeyi yavaşça geriye itip mutfağa doğru yol aldım.
Bir yandan kahvemi demliyor, öte yandan dışarıya kaçamak bakışlar atıyordum. Bunun sonucunda çalışmak için terasa çıkmanın daha iyi olacağını düşünüp, bardağımla aynı tonlara sahip bilgisayarımı kolumun altına sıkıştırdım. Her zamankinden daha sert olan kahvemden büyükçe bir yudum alırken, kendimi kulağıma taktığım küçük kulaklardan sızan eşsiz eserin kollarına bıraktım.
Beethoven.
Duyguları bu kadar iyi yansıtan başka bir besteci olduğunu düşünemiyordum. Elbette Chopin ve Schubert dinlemekten de büyük keyif alırdım fakat Beethoven hayranlığım dile getirebileceğimin çok üzerindeydi.
Bilgisayarıma tekrar göz gezdirip gerekli düzenlemeleri yapıyor, notlar alıyordum. Çalışırken dikkatimin dağılmasına izin vermiyor, tüm odağımı tek bir nokta üzerinde topluyordum. Şu an olduğum yere de, sıkı disiplinim sayesinde gelmiştim. Belli çizgilerim vardı, ördüğüm duvarlarım... İnsanlar bir yere kadar müdahil olabilirdi beni ilgilendiren konulara, tercihlerime veyahut görüşlerime.
Yatılı okullar, kamplar, yurtlarda büyümüş olmanın verdiği kendini yetiştirmişlik vardı bende, bağımsızlık ve her daim açılmayı bekleyen kanatlar...
Zamanın acımasız davrandığı alnımı, parmaklarımla yatıştırdım. Bugün dikkatimi toplamakta güçlük çekiyor gibiydim. Oturduğum yerde gerinip, bir müddet gökyüzünü izledim. Bulutlara atıflarda bulunup, hangi şekilleri oluşturduklarını düşündüm. Bunu çocukluğumdan beri yapmamıştım, oysa o zamanlar beni dinginleştiren nadir şeylerden biri olmuştu. Kardeşim ile yakaladığımız nadir uyumlarda çimlere uzanır, geçip giden bulutları seyrederdik. Her seferinde ne kadar yaratıcı olduğumu söylerdi, yenilgiyi kabul ettiği ender anlarda.
Bilgisayarın başından kalkıp, çürümeye yüz tutmuş iskeleye yürüdüm. Bastıkça gıcırdayan ahşap döşemenin üzerine oturup, ayaklarımı denize uzattım. Dalgalar paçalarımı ıslatırken geriye doğru uzanıp, ellerimi başımın altına koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derin Sular
Teen FictionDerin, yeterince zor olan hayatını düzene sokmaya çalışan bir reklam yazarıdır. Aynı ofisi paylaştıkları ve onu anlamakta ısrarcı olan sanat yönetmeniyle daha fazla vakit geçirmeye başladıklarında, aralarında inkar edilemez çekimle başa çıkmaya çalı...