Arsız Davet

479 197 30
                                    



"Cenk"


Ne kadar gerildiğini görebiliyordum, muhtemelen annesine haber verdiğimi düşünmüş olmalıydı. Onu istemediği bir durumun içine sokmazdım, o evde ne kadar rahatsız ve yalnız hissettiğini görmüştüm. Annenizin hayatta olmaması ile hayatta olup sizden kaçmış olması arasındaki yalnız -lık mesafesini ölçmek zor olmalıydı. Derin bu kadar zamandır belki birçok defa yalnız olduğunu düşünmüştü fakat hiçbir his şimdiki kadar acı değildi, buna emindim. Küçücük bedeninde neler taşıyordu kim bilir, öyle ki gözleri her zaman hüzünlüydü hatta güldüğü zamanlarda bile. Derin'i ilk gördüğümde fark etmiştim bunu, gözleri bir mevsim olsa sonbahar olurdu demiştim içimden. Umuttan uzaktı ama donuk da değildi, hala baharın o naif izlerini taşıyordu. Narin vücuduna tezat şekilde güçlüydü. Umursamaz olduğu kadar takıntılıydı ve yalnız kalmak istediği kadar da kalabalığa muhtaçtı. Hırslıydı, hayattan alamadığı hırsı işinden alıyordu. İnsanları fikirleriyle alaşağı etmeye bayılırdı, biter bitmez yeniden başlayan bir döngünün temsilcisi gibiydi. 

O, Ouroboros'du; bir diğer deyişle kendi kuyruğunu ısıran yılandı, mitolojik bir simgeydi. Herkesin bilmediği, kimsenin kolayca anlayamayacağı bir simge. Kendine sonundan bir başlangıç yapmıştı.

Bizi var edenin yaralarımız olduğunu düşünmüşümdür her zaman, ne de olsa mutluluk herkes için mutluluktur fakat en karanlık yanlarımızda bizi neyin beklediğini ve nelerin bizi yoklukla var ettiğini bilemezdik. Onun etkilerini bir ömür üzerimizde taşır, gün yüzüne çıkmalarını beklerdik. Derin'in en büyük yarasını görebiliyordum, öyle alışmıştı ki başlangıcı veya sonunun olmadığına inanarak yaşamaya, şimdi ise karşısında annesinin olduğu söyleyen bir kadın vardı. Kimsesiz küçük çocuklara da sorsak, ne olursa olsun ister miydi annelerini yanında? Bunun artık bir önemi yoktu, çünkü Derin düşünce kendisi kalkacak yaştaydı.

Gerçekten öyle miydi?

Biyolojik ailemi hiç görmemiştim ama Derin'in neler hissettiğini anlayabilirdim. 

Hiçlik, hiç olmadığı kadar hiçlik.


Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Çocuklar yurdun bahçesinde bir o yana bir bu yana sevinçle koşturuyor, belki de içlerindeki tüm saklı öfkeyi dışarı atıyorlardı. Yurt müdiresi camdan çıkıp "Bilal Efendi Bilal Efendi alın şu çocukları artık içeri, hasta olacaklar şimdi!" diye bağırıyordu.

Bilal amca yalandan birkaç çocuğu içeri sokmaya çalışıyor, bahaneyle onlardan daha çok eğleniyordu.

Ferdi saçlarından sular süzülürken içeri girdiğinde, camdan bakmayı sürdürüyordum.

"Neden çıkmadın ki, çok güzeldi," dedi.

Ferdi benden birkaç yaş büyüktü ama cılız bedeni bunun aksini söylüyordu. Islak kıyafetlerini bir bir çıkarıp kaloriferin üzerine özenle astı, saçlarını havluyla kuruladı.

Az sonra Bilal Amca kapıdan içeriye formasını çekiştirerek girmişti.

"Ferdi Müdire Hanım seni çağırıyor oğlum, üzerini düzeltiver de bakıver hele."

Ferdi üzerini bir çırpıda giyip müdürün yanına gitmişti, hepimiz onun yine yediği bir halttan ceza aldığını düşünüyorduk ki yarım saat sonra tekrar içeri girdi. Tir tir titriyor, elleriyle kollarını sıvazlıyordu. Arkadaşları gelip onu yatağına yatırmış, üzerine kat kat battaniye örtmüşlerdi. Bir hekim gelmiş bakmış ve herhangi bir hastalığının olmadığını söylemişti. Sabaha kadar yatağında titremiş, bir ara ateşi bile çıkmıştı.

Derin SularHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin