"Derin"
Yürüdükçe ıslak ayaklarımız arkamızda geçici izler bırakıyor, bu durum beni epey keyiflendiriyordu. Aslında mutluluk bu kadar basitti benim için, anlaştığın bir insanla arkanda izler bırakmak. Şimdi o izleri yanımda duran bu adamla bırakıyorduk, hayatımın tam olarak neresinde olduğunu bilmediğim adamla. Dönüş yolu boyunca o adamı gözlemledim ve bunu olabildiğince ona farkettirmeden yapmaya gayret ettim. Çünkü bir insan, en çok gözlerden uzak olduğu zaman kendi olabilirdi. Onu olduğu gibi izlemek için içimde tarifsiz bir arzu uyandı.
Rüzgar estikçe kokusunu alabiliyor ve bu tüm dertlerim üzerimden akıp gidiyordu. O da ara ara bakışlarını bana çeviriyor, yalandan takındığı kızgın bir ifadeyle birlikte göz kırpıyordu. Tüm kötü anılarım, saniyeler içerisinde yok oluyordu. Bu büyülü bakışların, umutsuz halde olan benim üzerimde gezmesiyle tarifsiz bir mutluluk sarıyordu benliğimi. Öyle ki ne ara eve vardığımızı bile anlamamış, kapının önüne geldiğimizde ayakkabılarımı bir köşeye atmış, düşünceli gözüken Cenk'e bir kez daha baktım. O ise ceplerini tekrar tekrar yoklayarak kaşlarını çattı.
"Anahtarları nereye koyduğumu hatırlamıyorum," dedi.
Bu sahne bana çok tanıdık gelmişti.
"Anahtarları unutmuş olamazsın Selçuk!"
Sabahın ilk ışıklarına dek, terkedilmiş arazide bir grup arkadaş doğum günümü kutlamış, ne yaptığımızı bilmez halde koşturup, düşünmeden konuşmuştuk. Bu benim kutladığım en güzel doğum günüydü..
Ceren saatlerce dert yanmış, Kerim büyük hayallerinden bahsetmiş, Selçuk sabaha kadar şarkı söylemişti. Binbir emekle hazırlanmış olan pastam tepetaklak olmuş, yerle temas etmeyen kısımları elimizdeki kadehlere doldurarak yemiş, şişeleri sıradan kafamıza dikmiştik.
Şimdi ise, Selçuk'un teyzesinden kalma evin kapısının önünde öylece bekliyorduk.
"Yanıma almış olduğuma eminim, arazide düşürmüş olmalıyım."
"Şimdi ne olacak?"
Selçuk endişeli gözlerle ona baktığımı fark etmiş ve başımı nazikçe tutup göğsüne yaslamıştı. Bunu yaparken içten içe güldüğünü biliyordum, ne de olsa hayatta hiçbir şeyi ciddiye almazdı. Her şey kazanmak veya kaybet üzerine olan bir oyunun parçasıydı, nasıl olsa üçüncü bir seçenek yoktu, bu yüzden daha çok eğlenmeli, daha az düşünmeliydik... Ona göre hayat, bir satranç oyunu olamayacak kadar basitti.
Kerim kolundaki saate hızla göz atmış, bir yandan da kapıyı açması için birkaç çilingirin numarasını tuşlamaya başlamıştı. Beş dakika sonra ise derin bir iç çekip, gelmesinin yarım saati geçebileceğini söyledi.
Selçuk çeviklikle basamakları ikişer ikişer atlamış, yeterince yüksekte olduğuna emin olduktan sonra bize dönmüştü.
"Durun size şöyle bir bakayım... Ne de olsa bir insan, bu saatte kaç kez kapıda kalabilir ki? Üstelik dudağının tam kenarında bir pasta kalmışken."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derin Sular
Teen FictionDerin, yeterince zor olan hayatını düzene sokmaya çalışan bir reklam yazarıdır. Aynı ofisi paylaştıkları ve onu anlamakta ısrarcı olan sanat yönetmeniyle daha fazla vakit geçirmeye başladıklarında, aralarında inkar edilemez çekimle başa çıkmaya çalı...