Öfkesel Çekim

812 419 26
                                    



"Derin"


Gördüğüm manzaranın, alkolü fazla kaçırmaktan olduğunu umdum. Oysa her zamankinden az içmiş ve kendi rekorumu kırmıştım. Gördüklerim aşikardı, zaten çoğu zaman aralarında iş ilişkisinin ötesinde olan bir durum olduğundan şüphelenmemiş miydim? Yaprak'ın gözle görülür ilgisi, Cenk'in soğuk ama gizemli davranışları, tüm bunları destekler nitelikteydi. Beni görmemeleri için hemen birkaç adım geriye gidip saklandım, istemsizce ağzıma götürdüğüm elimi usulca bırakıp, ceketimi ve çantamı almak üzere tekrar bolca gürültülü ve ışıklı alana gittim. Döner dönmez Ceren yüzümdeki ifadeden bir gariplik olduğunu sezdi ve kolumdan çekerek, başıyla neler olduğunu söyleyen bir işaret yaptı.

"Artık gidebilir miyiz," dedim.

"Yarın sabah erken kalkacağız."

Ceren önce şaşkın gözlerle bana baktı ve sonra başıyla onaylayıp masanın üzerinden telefonunu aldı. Neyse ki, kapının önünde bekleyen boş bir taksi vardı ve buradan bir an önce uzaklaşmak için, çabucak bindim. Ceren hiç itiraz etmeden beni takip ediyor olsa da, canımı neyin sıkıntılı konusunda içi içini yiyordu.

"Her şeyin yolunda olduğuna emin misin?"

"Evet, sadece biraz başım ağrıyor," diye cevap verdim, hala göz ucuyla bana bakmakta olan Ceren'e. Buna inanmış olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Hem... Ona ne diyecektim ki? Bu sefer hayatım üzerine bir senaryo yazdım ve başrolde kendi kendine gelin güvey olan aptal bir kız rolünde benim olduğumu mu?

Elimle başımı ovalayıp, yol boyunca gözlerimi kapattım. Eve vardığımızda, Ceren bir müddet çantasını karıştırıp, evin anahtarlarını bulmaya çalıştı. Sonunda birbirine çarpan metal sesler geldiğinde, derin bir oh çekerek kapıyı açtı. Duş almak istediğimi söyleyerek, banyoya gittim. Suyun sıcak veya soğuk olduğunu aldırış etmeden açıp, kıyafetlerimle küvete girdim ve kuru tek bir yerim kalmayana kadar orada oturdum. O sırada kafamın içindeki düşünceler, geçmişle ufak bir muhakemeye girdiğinde, gözyaşlarım akan suya karıştı.

Selçuk... O gittikten sonra hayatım ne kadar da zora girmişti. Onunla lisede tanışmıştık, benim bu denli sosyal olmadığım zamanda. Okulun arka bahçesinde ağlıyordum, sürekli kendimi akrabalarıma karşı yük olarak hissediyor, hissettiriliyordum. Aileme en çok ihtiyacım olduğu yaşlardaydım. Onları henüz çocukken bir trafik kazasında kaybetmiştim, halamlar öyle söylemişti. O kadar küçüktüm ki, o zamanlar, ölüm de ne demekti? En ufak bir fikrim yoktu.

Bir peçete uzatmıştı... O kadar yakışıklı ve bir o kadar da popülerdi ki, yanımda oturmuş olmasına epey şaşırmıştım. İkimiz de gelecek derse girmedik, sonrakine de... Öylece, tek kelime etmeden iki saat oturduk. Ağlamam ben bile farkında olmadan kesilmişti, tarifi imkansız bir huzurun içindeydim. Üstelik, hiç alışkın olmadığım bir alandı burası.

"Karnın aç mı?" diye sordu aniden.

Şaşkın gözlerle ona baktım, benden cevap beklediğini destekle şekilde başını eğdi.

"Evet," dedim burnumu çekerek.

"Bildiğim çok iyi köfte ekmek yapan bir yer, oraya gidelim," dedi.

"Bu arada çantanı da unutma!"

Çoktan ayağa kalkmıştı. Arkasına bile bakmadan, beni bekleyen bu çocuğu baktım. Söylediği gibi çantamı hemen yanıma alıp, tek hamlede sırtıma taktım ve büyük adımlar atarak yanına gittim. "Önünü kapasan iyi olur, hava biraz serinledi," dedi, sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi.

Derin SularHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin