"Cenk"
İçeri geçip, mailimi kontrol ettim. Birkaç iş gönderisi, sosyal medyalardan gelen bildirimler, telefon operatörü tarafından bırakılmış cevapsız bir çağrı... Kimden mesaj bekliyordum ki? Henüz gideli bir saat bile olmamışken üstelik. Onun yanında on beş yıl önceki heyecanlarımı yeniden hissediyordum. Sevdiği kızı sadece görebilmek için heyecandan uyuyamayan bir lise öğrencisi gibiydim. Az önce masanın üzerine bıraktığım telefonum çalmaya başlayınca, yerimden sıçradım.
"Oğlum rahatsız ediyorum kusura bakmayasın," dedi hattın ucundaki ses.
"Rüzgar'da epeydir eve uğramayınca ne yapacağımı bilemedim, Gönül Hanım'ın eşyalarını ne edelim?"
Annem vefat ettikten sonra, Rüzgar da evi epey boşlamış ve bu işlerle kimse ilgilenmemişti. Aslında bunu düşünebilirdim diye kendimi kızmaktan alamadım. Oysa o bu yükü kaldırabilecek biri değildi, abi olarak üzerime düşeni yapmalı ve eve daha çok uğramalıydım.
"Süleyman Amca en iyisi ben geleyim, birlikte ayıralım," dedim.
Üzerime eşofmanlarımı giymek için odama çıktım, bir iki parça yedek kıyafeti de dolabın altlarına sıkıştırdığım el çantama attım, ne de olsa yol çok kısa sayılmazdı. Tedbirli şekilde merdivenlerden inip, unuttuğum herhangi bir şey var mı diye arkamı kontrol ettim. Arabamın anahtarlarını komodinin üzerinden alıp yola koyuldum. Ara ara düşünceler bulutu, tüm ısrarcılıklarıyla beynimde dolanıp eylem girişiminde bulunuyorlardı. Aynı anda bu kadar şeyin kafamın içinde dolanıyor olması, başımın ağrımasına neden oldu.
"Hadi ama," dedim kendi kendime, "Neler oluyor yine sana."
Bu yolları son gittiğimde, benim için kolay olmamıştı. Görünürde beni rahatsız edecek kimse, hiçbir şey yoktu ama yine de kolay değildi. Neden bu lanet olası hayat bu kadar zor olmalıydı ve her zaman bir eli yakamızdaydı? Ara ara çekmeyen radyoyu kapatıp, navigasyonda kalan mesafeye baktım. Hala yolları karıştırıyor olmam, kötü bir yön duygusuna sahip olmanın ötesinde evden ne kadar uzak kaldığımın da göstergesiydi. Mesafe kısalmaya başladığında, yol boyunca sıralanan ışıklar gözümde büyüyor, adeta devasa bir ışık topuna dönüşüyordu. Nabzım da hızlanmış, dışarıdan kendini belli etmeye başlamıştı. Çiftlik evini görünce, hızımı düşürüp demir kapanın önüne gelince durdum. Az sonra kapı büyük bir gürültüyle açılırken, Süleyman amca koşarak yanıma geldi.
"Hoş gelmişsin oğlum," dedi.
"Hoş buldum Süleyman amcam."
"Rüzgar oğlum da iyi mi? Epeydir gelmeyince merak ettiydim," dedi endişeli gözlerle.
"Birkaç güne döner kürkçü dükkanına, merak etme sen," dedim dostça bir tavırla.
Kapıdan girer girmez Süleyman amcanın hanımının benim için hazırlamış olduğu enfes yemeklerin kokusunu aldım. Karı koca yıllarca evi çekip çevirmiş, evin adeta ruhları olmuşlardı. Şimdiyse onlar için evi kapatmıyor, büyük odalarla çevrili bu konağın yaşamasına izin veriyorduk. Bir yandan tabaktan aşırdığım poğaçayı yerken, öte yandan kullanılmayan odalardaki eşyaları tozlanmasınlar diye örtüp, verilecek eşyaları ayırmak için evi bir güzel turladım.
Önce Rüzgar'ın odasına girdim, epeyce annemle ikisinin fotoğrafı olan bir odaydı burası. Bir köşede, babamın onun için elinde oyarak yaptığı ahşap at duruyordu. Her an saklandığı yerden çıkacak ve üzerime atalayacakmış hissine kapıldım, tıpki çocukluğumuzdaki gibi. Duvarlarında hala ergenliğinde hayran olduğu grupların posterleri vardı, bir kısmı imzalıydı. Masasının üzerinde nota kağıtları ve arpej kitapları seriliydi, konservatuvardan henüz mezun olmuştu. O iyi bir müzisyendi, babamın kanını taşıdığı ne kadar da belliydi. Odadan çıkarken baş ucunda duran kitaba gözüm takılmıştı, Dostoyevski tarafından yazılmış olan. İkimizin de en sevdiği yazar oydu, insanları bu denli iyi gözlemleme yetisine hayrandık. Kitabın kapağını açıp, rastgele bir satır okudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derin Sular
Teen FictionDerin, yeterince zor olan hayatını düzene sokmaya çalışan bir reklam yazarıdır. Aynı ofisi paylaştıkları ve onu anlamakta ısrarcı olan sanat yönetmeniyle daha fazla vakit geçirmeye başladıklarında, aralarında inkar edilemez çekimle başa çıkmaya çalı...