18 |Avi|

17.5K 1K 435
                                    

Avi; çimlere düşen su damlası, şebnem.

🌧️💧

Bir ses.
Bu kez yok.
Bir acı.
Bu kez kalbimde.

Ömrümün bir dönemi, sayamayacağım kadar acıları cam bardağın içine koymuş boğazımdan aşağa inmesi için baş ucumda beklemişti.

O bardakta su yoktu.
Acı vardı ve o acı su niyetine boğazıma düşmüştü.

İnsanın iftiraya kurban gitmesiydi bu. Yirmi birinci yüz yılda kurban edilmekti. Günahsız yere, masum ellerle kan dökmekti.

Avuç içlerime günah tohumu eklenmiş ve o tohumun yıllarca büyümesini izlemiştim. Adalet kavramını, günü geldiğinde oturup aylarca düşünecektim. Şimdi aklı başında halim yoktu, ama günün birinde tüm olayı bir köşeye bırakıp bu adaleti, benim için olan adaleti düşünecektim.

Yavaş yavaş ışığın rengi yüzüme çarparken, saatlerdir açılmaması için verdiğim mücadeleden mağlup çıkmıştım. Gün ışığı beni yenmiş ve gözlerimi açmıştı.

Yatağın sol tarafından Menşah'ı görme ümidiyle başımı çevirirken bomboş bir yastıktan başka beni karşılayan olmamıştı.

Menşah bugün izinli olacağını söylemişti. Ve kendimi bildim bileli izinli olduğu dönemlerde geç saatte kadar uyurdu. Askeriyeye hep erkenden gittiği için uykusunu doğru dürüst hiç alamazdı. Şimdi neden erken kalktığını anlamış değildim.

En azından bugün uyuması lazımdı.

Dün geç saate kadar benimle olmuş, ondan önce de kendine zarar vererek eve gelmişti.

Yataktan kendi canımı yakmadan ayağa kalkmaya çalıştım lakin yine dejavu olan döngüye geçiş yapmıştım. Bacaklarım sayısız yara bere içinde kalırken, sevgili Menşah Morgas sayesinde olsa gerek ağrılarım hafifti.

Hâlâ dizim altında ağrılar mevcut iken bunun da olmasına şaşırmamıştım.

Baş ucunda bulunan komodinin üzerinde dört ayrı şırınga yine mevcutken, içleri boştu. Belli ki dolu olmuş hali vücuduma girmişti.

Ya uykuya çok ihtiyaç duyduğum için hiçbir iğne acısını hissetmemiştim, ya da Menşah sırf iğne acısını da hissetmeyim diye başka bir ilaçla beni uyuttuğuna inanıyordum.

O deli İtalyan askeri Morgas, aklımı çok karıştırıyordu. Kısa bir zaman sonra kesinlikle o karışıklığın her biri çözüme ulaşmak zorundaydı, zira ben aklımı yitirecektim.

Yatağın olduğu kısımdan ayrılırken kapıya gittim. Üstüm başım, dün olduğu gibiydi. Sargılar hâlâ mevcut, tişört ise aynıydı. Şimdilik giysileri dert edecek halim yoktu.

Önce Menşah, Pietro ve Cesare'yi görmem lazımdı.

Odayı terk ettiğim sessiz ve ruhsuz adımlarım mutfağın olduğu tarafa ilerledi. İçeriden dinç, güçlü sesler yavaş yavaş gelirken bu her şeyin yolunda olduğuna ilk kanıttı.

"Önce yumurtayı haşla." diyordu Menşah, kime dediğini henüz göremiyordum.

"Ne bu yumurta aşkı ya! Valla midem ağzıma geldi. Nasıl yeniliyor?" dedi Cesare, sanırım bugün kahvaltıyı Cesare'nin elinden yiyorduk ki bu harika olurdu.

Aramızda en iyi yemek yapan oydu. Ve yaptığı her yemek parmağı bile yedirtecek güzellikte olurdu.

"Sana söylen demedim, yumurta haşla dedim." Menşah'ın sesinde öfke sezdim.

CÜSALE  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin