Kıymık gibi.
Acısı da ağrısı da fazla.Ciğerime batmış, orada durmuş.
Batan bir kıymığı sadece keskin ucu sivri iğneden başka çıkaramaz ya, onun gibi.Battıkça batmış. Şimdi ise yeniden başka iğneye ihtiyaç duyuyordum. Sessizdi boğazım. Yangında şimdi parmaklarım.
Derlerdi ki; parmağa giren kıymık acısının nedeni, insanla öbür dünyaya gitmemek istediği içindi. Ölürmüş insan, kıymık bu yüzden yakarmış can, kurtulmak için. Bilir çünkü, insanın günahını da, mecbur bırakılan günahları da.
Şimdi ise o acının aynısı vardı ben de. Kıymık içimdeydi. Ve yakıyordu, acıtıyordu.
Çıkmak ister gibi, kurtulmak adına çırpınmak adına...
Avuç içime giren, gerçek anlamda girmeyen saçları usul usul okşadım. Göğsümün tam üzerine düşmüş baş, ağır alınan nefesin boynuma ulaştığı andı durduğum an.
Nedenini bilmiyordum, ama huzur vardı. Yaşanılan, yaşatılan onca şeye rağmen huzur vardı. Ve o huzur şimdi göğsümün tam ortasında duruyordu.
Kıyamamak...
Neye kıyamamak?
Bir tel saça mı,
Yoksa huzur,
Uçup gidecek huzura?Cevabı zihnimde değildi. Dudağıma ise asla düşmezdi.
Ağırlığı çok fazlaydı, doksan üç kilo biri, altmış beş kilo olan biri için ağır olurdu.
Şimdi de öyleydi. Ağırdı, hem de en çok göğsüme. Ama ben de ona ağır değil miydim? Hep ağır olmuştum. Çoğu zaman göğsüne, çoğu gün omzuna. Her anlamda ağır olmuştum.
Onun ise bana ağırlığı sadece bu saatti. Ötesi olmamıştı.
Kısa saçları, uzunun yakıştığı gerçek olan ama hep kısa olan saçlara değdi dudaklarım. Hisseti mi, bilmeden, düşünemeden dudağımı bastırdım o siyah saçlara.
Ter kokan saçları, hâlâ ıslaktı. Eve dönüş yolunda oldukça yorulmuş ve yıpranmıştık. Benim yüzümden burkulan bileğiyle tüm orman yolu zehir olup kalmıştı.
Dudağımı ve burnumu huylanmasını umursamadan saçlarına sürttüm.
Bir bacağı öylece sargılı koltuğun uç kısmında dururken Menşah yerinden biraz oynadı. Ama bu dudağımı çekmem için bir engel olmamıştı.
Orhan'a ihanet ediyorum gibi hissetmemiştim artık. Zira en büyük ihaneti çoktan yemiştim. Menşah ile arama ördüğüm lakin ara ara çiğnediğim duvarı bu kez acıyan göğsümle siper olup kalmıştım. Orhan, şimdi bir başkasının koynunda, hatta yıllarca kaldığı o koyna beni hiç düşünmeden başkasını almıştı. Adını dahi bilmediğim birini. Yüzünü bile görmediğim bir kadını...
Düşüncelerin bana engel olacağını sandım lakin, parmaklarım buna izin vermedi. Engel nedir bilmedi.
Dudağımın girdiği saça, parmaklarım da eşlik etti. Ahşap evin içinde, yine yalnız yine baş başaydık. Kalbimin üzeri özlem dolu bir rahatlıkla nefes aldı.
Menşah'ın ayağı sargılıydı, şükür kırık yoktu. Sadece hafif bir burkulma olmuştu. Ve bunu çabucak geçireceğini söyleyip uzanıyordu. İyi olması lazımdı, iyi olmamız gerekiyordu. Önümüze bırakılan hayat zordu, engeller vardı. Bu kez tökezleyip kalacak olursak, zira ezilmemiz an meselesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CÜSALE
Acción•tamamlandı• "Cinneti var edenler, cennete alınır mıydı?" ©️Kitabımın tüm telif hakları bana aittir. Kopyalanma, özetlenerek izinsiz bir şekilde başka sitelerde yayınlanması veyahutta çalınması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır.