63 |Melankoli|

2.7K 290 130
                                        

Final için son 3!

•••
Barış Manço, Gülpembe

Bedenimi saran beyaz kumaşın eteklerine sıkı sıkı sarılan parmaklarımın içinden terler aşağı doğru akıyordu. Şakağım sıkıntıdan zonkluyor kalbimin ıssız hissi derin bir volkana dönüşüyordu.

Yedinci ayın yirmi yedinci gününde temiz gökyüzü üstüme doğru düşüyor, beni olduğum insandan başka bir insanın bedenine ulaştırıyordu.

Beyaz bir rengin bedenimi kusursuz denecek nitelikte sarıp sarmalaması saflığın ne denli güzel olduğunu hatırlatıyordu. Demek ki insanın da en beyaz kalanı önemliymiş... Karaya çalınmayanı, lekeyi kabul etmeyen her rengin böyle kusursuz kalması gözle görülürmüş... Benim beyazımın üstüne lekeler çoktan çalınmıştı, pürüzleri olduğu gibi görünmüş, benden kalan en ufacık nokta temizliğin bile lekesi olmuştu. Daim kefenin beyazlığı vardı düşüncem de, ta ki nikâh elbisesi bedenimi sarmış varlığını göstermişti.

Menşah tam karşımda duruyor, gözleri dolu dolu elbiseye bakıyordu.

İnce askılı beyaz saten elbisemin göğüs dekoltesi düz kesimde bitiyordu. Kısa eteğin yırtmacı çok derine inmiş halde katlı dururken kendime yüzüncü bakışımda tekrardan hayran kalıyordum. Nefes kesici duruyordu elbise, nikâha uygun mu pek bilgi sahibi değildim ama en kusurlu insanı bile kusursuz kılabilirdi emindim.

Bileklerimi, boynumu, kulağımı saran hiçbir yerde takı yoktu. Yalnızca sağ elime takılı güz yaprağı desenli bir yüzük duruyordu. Altın sarısı yüzük elbise ile uyum sağlamıyordu ama kötü de durmuyordu. Kendimi ilk defa böyle beğenmiştim... Belki aceleye gelmese her şey daha da güzel olurdu fakat benim için en güzel nokta tam burası olabilirdi.

Kasvet kokan evin içinden ayrılalı saatleri geçmişti. Evi kilitleyip arabaya sıkışıp soluğu nikâh dairesinde alalı ve sıramızı beklediğimiz anın hızla geçmesi tedirgin oluşumu artırıyordu.

Sıla Hanım terzi mesleğini edinmişti.. Evdeyken beni beş dakikalığına evine davet etmesi de bundan dolayıydı aslında... Önceden ona gelen ve dikim yaptırdığı tam beş nikâh elbisesi çalıştığı odada asılı durmuş, dikim yaptıranlar geri dönüş sağlamadığı için yanında bulundurmuştu. Dikimini üstlendiği kaç elbiseye baktığımda aslında öyle sıradan bir terzi olmadığını da anlamıştım. Nasip denen şeyin beni bugün yakalamış olması şansı bile def etmişti. Mutlu hissediyordum. Benden çok Menşah mutlu hissediyordu ve onun mutlu oluşu bana bile yetiyordu.

Menşah koyu lacivert ceketinin altında giydiği beyaz tişörtü, ceketi ile aynı renk pantolonun içine sıkıştırmıştı. Alnına dek uzanan saçları uzun süre sonra taramış yukarıya doğru bir kavis vermişti. Kahverengi gözleri uzağımda olmasına rağmen parıldarken onu böyle görmek hayatın hâlâ anlam içinde olduğuna kanıttı.

Hazırlanmamız on beş dakikayı almıştı ama geliş ve bekleme süremiz saatleri almıştı.

Amirler olarak yanımızda yer alan Katye ve Selim bir köşede oturmuş konuşmayı sürdürürken, Musa ve annesi de başka bir tarafta bekliyordu. Ben ve Menşah ayakta dikilmiş öylece yeni yetme insanlar gibi birbirine bakarken utanç diz boyunu bile geçmişti. Evlenmeye değil de, okula yazılmaya gelen altı yaşındaki çocuklardan farksız duruyorduk; öyle içi içine sığmayan, öyle telaş ve heyecanlı.

Menşah bulunduğu heyecanın içinde elime uzanıp dudaklarına götürürken nefesi tenime dek heyecanı yüceltiyordu. "Farkında mısın?" diye sordu, neyin der gibi çatıldı kaşlarım. "Beyazın ne denli yakıştığını, fark ediyor musun sen, nasıl güzelsin, nasıl güzel nasıl özel.... Farkındasın değil mi, gözlerimi vereyim sana, bak kendine, atan kalbime..." dediğinde yutkunamadı, kelimeleri karıştırması bir yana dursun solukları dahi ritmini bozdu.

CÜSALE  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin