Ben her zaman güllerle var olmuştum. Tanrıça Hera'dan bana geçen eşsiz bir yetenekti bu. Güller sandığınızdan kat kat daha güçlü çiçeklerdi. Onlarla yapabileceğim o kadar çok şey vardı ki... Gereken tek şey zihnimin kapılarını açık tutmak ve hayal gücüme izin vermekti. Tanrı Zeus'un gücü ise henüz içimde açığa çıkmamıştı.Onun gücüne sahip olmayabilirdim ya da tamamen alakasız bir gücüm de olabilirdi ya da başka hiçbir gücüm olmayabilirdi. Tanrı ya da tanrıçaların çocukları onların güçlerini taşımak zorunda değildi ama ben Tanrı Zeus'un gücüne sahip olmayı isterdim.
Nedenini ise tahmin ediyorsunuz zaten hepiniz. Aşinasınız bu konulara.
Babam tarafından fark edilmek istiyordum.
Ares, yapacağım şeyi bilmemesine rağmen oldukça rahatsızdı. Ben ise son derece heyecanlıydım. Yapacağım şeyin çok büyük sonuçları olabilirdi ve bunların olumlu yönde olacağının garantisini kendime veremezdim. Yine de yapacaktım çünkü bilmek istiyordum. Hissetmek... Özgür olmak ne demek öğrenmek ve Tanrı Zeus'u en sonunda görebilmek...
Ares, beni Tanrı Hephaistos'un evinin önüne getirdi. Tanrı Hephaistos, oldukça büyük volkanik bir dağın derinliklerinde yaşardı çünkü Demircilik Tanrısı ateşe yakın olmayı severdi.
Girişin önündeki dev kayayı yana çekip bana yolu açtı, Savaş Tanrısı. Tek başıma ilerledim. Peşimden gelmeyeceğini biliyordum çünkü böyle istiyordum ve Ares, bana saygı duyardı. Tıpkı benim ona saygı duyduğum gibi.
Tünel gibi olan yolda uzunca bir süre sessizlik içinde ilerledikten sonra karşıma devasa genişlikte bir mağara çıktı. Mağaranın ortasında kuyuyu andıran ancak su çıkarmak yerine lav çıkaran bir düzenek vardı. Bir tür vakum makinesi ile çalışıyordu. Hava yerine lav vakumlanıyordu. Ardından lav, aşırı sıcaklıkta erimeyen büyük demirin içinden geçiyor sonrada kılcal damarların kanı farklı noktalara taşıması gibi daha ince demirler ile farklı noktalara ulaşıyordu. Bu sayede Hephaistos aynı anda pek çok iş yapabiliyordu.
"Kayla..." diyen sesi döndüm usulca ve asilliğimden ödün vermeden dökümlü elbisemin eteklerinden tutup hafifçe dizlerimi kırdım. "Tanrı Hephaistos..." dedim gülümseyerek. Ardından tekrar dimdik durup etrafa göz atmaya başladım. Çeşit çeşit kılıçlar, kalkanlar, oklar, yaylar, garip makineler, tuhaf duran düzenekler...
Bir süre ikimizde konuşmadık. Ben büyük bir merakla etraftaki aletleri izledim o da bir yandan beni izleyip bir yandan hazırlamakta olduğu kılıcı dövdü. "Buraya geliş sebebini sorabilir miyim, Kayla?" dedi Hephaistos son derece ılımlı bir sesle. Sessizlikten sıkılmış olacak ki konuşmaya karar vermişti, Demircilik Tanrısı.
Ya da varlığım onu rahatsız mı etmişti? Önemi yoktu, istediğim şeyi elde etmem için üzerine basacağım bir basamaktı sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalet Gölge
FantasiKitap Şarkısı : Yüksek Sadakat - Katil ve Maktül *** Oyunun adı: aşk, kan ve gül. *** Rekabet ve hırs... Nefret ve aşk... Olimpos parlak dönemlerinden birini yaşarken doğan iki varis dengeleri değiştirmeye geliyor. *** Öldürdüğü güzele ağlayan...