Bir rüyada gibiydim.
Kül ve is kokan bu korkunç hava beni öksürtmekten başka bir işe yaramıyordu. Yer altında maksimum üç kez bulunmuştum ve orası da saraydı. Şimdi ise Tartarus'un bilmem neresindeyken temiz havaya ulaşmak zordu. Her şeyi geçtim ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve Alin serbest kalmıştı. Bunu zihnimde hissediyordum.
Ölmüştüm. Kendimi öldürmüştüm.
Karan bunu yapmak zorunda kalmasın diye. Karan ölmesin diye. Lina'yı öldürdüm diye. Diğer melezleri öldürdüm diye. Buna izin verdiği için Karan'dan nefret ediyorum diye. O arenaya adım attığım ilk anda biliyordum ne olacağını. Neye sebep olacaklarını ve onlara nasıl karşılık vereceğimi.
Karan ile olan ruh bağımız ise ben öldüğüm zaman kopmuştu. Belki yeniden doğduğum zaman düzelirdi. Sonuçta kaderimde ondan başkasının ismi yazılı olamazdı. Bu mümkün değildi. Hiç olmamıştı.
Burası ise korkunçtu. Tek kelimeyle korkunç. Hiç kesilmeyen çığlık sesleri vardı. Kulaklarımı kapatıp, yere çöküp biri beni kurtarana dek beklemek istiyordum ama ölebilirdim. Tanrıça Athena, o nefret ettiğim derslerinin birinde Tartarus'un katmanları olduğundan bahsetmişti. Burada bile birkaç kez gerçekleşen ölüm vardı. Her seferinde bir kat aşağı iniyor ve daha kötü varlıklarla karşı karşıya kalıyordunuz.
En alt katta Kronos'un olduğunu okumuştum.
Zihnimde dolanan gölgeler bana birkaç söz fısıldadılar ama hiçbiri bana mantıklı gelmedi. Kronos ile bir anlaşmaya varmak imkansızdan bile öteydi. Moiralar, bir anda onunla aynı ışıkları yaydığımı babama söylemiş bile olsalar bunu kabullenmek zordu çünkü onunla bir bağım olduğu anlamına geliyordu. Onunla bir bağım olsun istemiyordum ama bir anlaşma olsa... Gücüne sahip olsam... Her şeyi düzeltebilirdim.
Benden vazgeçmelerine engel olurdum ve Karan'dan vazgeçmezdim.
Umarım Arsen ona verdiğim kolyenin ne işe yaradığını çabuk bulurdu. Yanlış bir şey yapmadan beni buradan çıkarması gerekiyordu. Yanlış bir şeye dönüşmeden... Lina hayata dönse bile hala o melezleri öldürmüştüm. Ellerim bir daha eskisi gibi olamazdı belki ama en azından Karan gibi korkunç bir bataklığa batmazdım. Buradan çıkmam gerekiyordu ama kehanetin doğru an gelene kadar beni yaşayanların diyarına çekmeyeceğini biliyordum.
En büyük korkumun ruh eşime dönüşmek olması da ayrı bir ironiydi. Olimpos, oyunbozanlık yapmayı her zaman seviyordu.
Etrafıma dikkatle bakarken bana doğru yaklaşan bir silüet gördüm. Birkaç adım geri gitsem de sonra buradaki herkesin ölü olduğunu hatırlattım kendime. Savaşçıyım ben. Sadece sakin olmam ve buranın kurallarını öğrenmem gerekiyor.
Silüet yaklaştıkça şekil aldı ve karşımda Lina'yı gördüm. Gözlerim şokla açılırken içerisine yaşlar doldu. "Lina?" diye mırıldandım. Lina yüzünde tuhaf bir gülümseme ile yanıma geldi. Her zamanki sıcak gülümsemelerinden değildi. Soğuk ve zoraki duruyordu. Belki de ölmek böyle yapıyordu. Ölmek seni değiştiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalet Gölge
FantasyKitap Şarkısı : Yüksek Sadakat - Katil ve Maktül *** Oyunun adı: aşk, kan ve gül. *** Rekabet ve hırs... Nefret ve aşk... Olimpos parlak dönemlerinden birini yaşarken doğan iki varis dengeleri değiştirmeye geliyor. *** Öldürdüğü güzele ağlayan...