İçtiğim ambriossa bedenime iyi gelmişti. Ruhum için yapabilecek tek şey onu benim sevmemdi ve ben bunu zaten tüm hayatım boyunca çaresizce yapmaya çalışmıştım. Gülümsedim ve karşımdaki Ares çocuğunun salladığı kılıcı hızlı bir hareket ile savuşturdum.
Tanrı Zeus, ona Moiralar hakkında söylediğim şeylere bir yorum yapmamıştı. Ondan izin alıp yarıtanrı kampındaki odama geri dönmüştüm ben de. Kayra, ben giderken oradaydı. Şu an nerede olduğunu ise bilmiyordum ama önemli değildi. Beni istediği zaman bulabilirdi. Nerede olduğum bir sır değildi.
Karan, henüz ortalıkta görünmemişti. O günün üzerinden iki koca gün geçmesine rağmen kimseden ses çıkmıyordu. Tanrıça Hera'dan bile... Ben de bu sessizliği fırsat bilip antrenman yapıyordum. Atina Olimpiyatları için önemliydi bunlar. Hamlanmış vücudum bana kısa sürede ayak uydurmuştu elbette. Maksimum bir haftadır doğru düzgün antrenman yapmıyordum. Bu benden biraz atiklik götürmüştü ama geri kazanmam çok sürmezdi. Yalnızca birkaç gün daha...
Kılıç havayı yardı ve direkt boynumu hedef aldı. Havanın da yardımı ile - o günden sonra hava beni daha sık dinliyordu - hızla onu savurdum ve kendi kılıcımın kabzası ile çocuğun kılıcı tutan bileğine tüm gücümle vurdum. Kılıç çocuğun elinden düştü ama savaşmaktan bir an bile vazgeçmedi. Ona uyup kılıcı yere attım ben de. Bu kez yumrukla üstüme gelmeye çalıştı. Onları savuşturdum kolaylıkla ve boşluğunu görür görmez diyaframına birkaç sert yumruk attım. Nefessiz kalırken zıpladım ve iki ayağımla birden karnına vurdum. Çocuk geri savrulurken benim yeniden ayağa kalkmam bir saniye almıştı yalnızca.
Öfkeli bakışları beni buldu. Ona gülümsedim. Kleian, maçın bittiğini söyledi. Çocuğa elimi uzattım. Birkaç saniye durup elime baktı. Öfkesine yenileceğini anladığım zaman elimi çekecektim ama tam o sırada beni yakaladı. Onu sertçe çektiğim zaman bana destek olup ayağa kalktı. "Güzel dövüştü." dedi memnun bir ifade ile bana bakarken. "Öyleydi." diye onayladım onu ve ardından ona arkamı dönüp arenadan çıktım.
Şahsen, bir Ares melezinden beklenmeyecek kadar normal bir davranıştı yaptığı. Elimi uzattığım zaman bana küfretmesini bile beklemiştim ama etiğe uyarak elimi sıkmıştı. Bunun için onu içimden tebrik ettim. Dışım ise her zamanki kibir maskesi ile geziyordu zaten. Tanrıça Hera'dan öğrendiğim sayulı şeylerdendi bu maske.
Acıkmıştım. Bu yüzden yemekhaneye gidip kendime bir tabak aldım ve hiç çekinmeden baş köşeye geçip oturdum. Kimse gelip benim masama oturmadı. Hiç kimse. Bu benden çekindikleri için mi yoksa benden iğrendikleri için mi bilmiyordum. Karan da yoktu. O yüzden uğraşacak kimse de yoktu. Yüzümde yarıtanrıları irite edecek bir gülümseme ile yemeğimi yemeye başladım. Onların diken üstünde olup arada bana bakarak fısıldaşmalarına karşılık ben rahat duruyordum. Kendimden emin duruşumu asla düşürmeyecektim. Asla.
Yemeğimin sonuna doğru gelirken biri yanımdaki sandalyeyi çekti ve yanıma oturdu. Ona bakmadım. "Patatesleri yemeyeceksen ben alabilir miyim?" diye sordu tabağın kenarına ittiğim patatesleri işaret ederken. Onları en son tadını çıkara çıkara yiyecektim. Kaşlarımı çatıp ona döndüm. Bana "Lütfen, lütfen." dedi heyecanla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalet Gölge
FantasyKitap Şarkısı : Yüksek Sadakat - Katil ve Maktül *** Oyunun adı: aşk, kan ve gül. *** Rekabet ve hırs... Nefret ve aşk... Olimpos parlak dönemlerinden birini yaşarken doğan iki varis dengeleri değiştirmeye geliyor. *** Öldürdüğü güzele ağlayan...