Muğla Güçehre;
Aradan üç koca gün geçmiş, nenemle konuştuğumuz konunun cesedini yeniden içimdeki kuytu köşeye gömüp, arkama bakmadan kaçmıştım.
Ellerimi kulaklarıma bastırmak, deli gibi çığlık atmak geliyordu içimden. İçimde çok kötü bir his vardı. Konuştuğumuz konudan kaynaklımıdır bilmem ama biri ellerini boğazıma dolamış nefes almama izin vermiyor gibiydi.
Bir yanım içinde ertelediğin ne varsa dök ortaya yüzleşelim dese de diğer yanım ellerini kulaklarına bastırarak yüksek sesli şarkılar söyleyip kendini kandırmak istiyordu.
Nenem birşey mi biliyordu anlamıyordum.
Ne yapacağımı da bilmiyordum. Hem beni görmeye gelecek olsalar neden bu zamana kadar ufacık da olsa kendilerini belli etmemişlerdi ki. İstemiyolardı çünkü beni. Issız bir yere bırakılan kimsesiz, acınası bir bebekdim.
Nasıl vicdanları el vermişdi? Ha aslanın ağzına altın tepside sunmuşlardı beni, ha ıssız köy yoluna paçavra gibi bırakmışlardı. İkiside aynı şeydi. Ben böyle insanların mı kızıydım?
Dün gece huzursuz uykumun üzerine yine kabuslarla mücadele etmişdim. Bilinç altımın nesi vardı gerçekten çözemiyordum. Bütün gece İstanbul'da kaybolmuş. Bir yalının odasında dizlerimin üzerine çöktüğüm boş beşiğin önünde, dışarıdan gelen ağlama seslerini ellerimi kulaklarıma bastırarak dinlemişdim.
Camın önünden çekilip divana uzandım. Dışardaki kasvetli havayı izlemek ruhumu daha da bunaltıyordu. Nenem de komşularını ziyarete gitmişdi. Beni evde tek bırakmak hoşuna gitmesede katiyen gitmeyeceğimi söylemişdim.
Uykum vardı ama gözlerimi kapattığım an yeniden düşünceler doluşuyordu zihnime. Oflayıp ayağa kalktım. Sıkıntıdan evi dip köşe temizleyip üzerine bir tencere de sarma sarmışdım. Oda yetmeyip bir tepsi de şekerpare yapmışdım. Ama gel gelelim canım bir lokma bile birşey yemek istemiyordu.
Mutfağa ilerleyip sade bir türk kahvesi yaptım. Odamda sakladığım sigaralardan bir dal alıp bahçeye indim. Bahçedeki geniş divanımıza ilerleyip terliklerimi çıkardım. Belimi yastıkla destekleyip rahatca ayaklarımı uzatarak oturdum. Rahatıma düşkündüm ayıptır söylemesi.
Sigara ve kahvenin mükemmel uyumuyla birazcık modum yükselmişdi. Yine de kalkmayıp iyice uzandım.
Uzakdan gelen nenemle ayaklarımı hızlıca indirdim. Bardağın yanına bıraktığım izmariti hemen alıp kutudaki peçetelikden aldığım iki üç tane peçetenin içine atıp elimde buruşturdum. Görürse kırardı bacaklarımı vallahi.
"Nenem, erken mi geldin sen?"
Nefes nefese attı kendini divana."Oy kız yoruldum. Hava nasıl bunaltıcı nasıl." Söylenirken dediklerimi yeni duyar gibiydi.
"Kız soru soracağına kalk bi bardak su getirsene. Pişman oldum o yolu yürüdüğüme keşke Mahir bıraksaydı."
Kaşlarımı çatıp cins cins baktım ona.
"Nerden çıktı Mahir şimdi?"
"Anasını almaya gelmişdi illa bırakayım dedi amma yok yürüyüş iyi gelir dedim. Dedimde pişman oldum."
"Birşey olmaz nenem akşam yürümezsin yeter bu günlük yürüyüş sana." Ayağa kalkıp mutfakdan su getirdim iki bardak. Birini ona verip birini de kendim içtim.
"Ölmüşlerinin ruhuna deysin yavrum." Boş bardağı masaya bıraktı.
"Kalk da akşama yemek hazırlıyalım. Yeseydin birşeyler bak sabah da pek birşey yemedin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUCİZE
Roman pour Adolescents'Her şey vaktini bekler. Ne gül vaktinden erken çıkar. Ne güneş vaktinden erken doğar. Bekle senin olan sana gelecektir..' 🥀 Muğla'nın izbe bir köyünden çok uzakta.. Büyülü şehir İstanbul'da, Tüfekçi yalısının kapısına bir not bırakıldı... Biz bun...