25. Bölüm: Minik Bir Kaçamak (Part: 1)
Okuyan herkes bir tanecik de olsa yorum yapabilir mi? Kimlerin okuduğunu görmek istiyorum da 🥺💜
İyi okumalar Bücürler 💚💜
***
Uyku sıcacık kollarını bana sarmalayıp kışın soğuğundan beni korurken sabahın köründe kalkıp okula gitmediğim için çok mutluydum. On beş günlük olan kısa yarıyıl tatilinin her günü en az öğlene kadar uyuyarak geçirmeyi planlıyordum ve bunu kimse bozamazdı.
Dün, karnelerimizi alırken Lara'yla göz göze gelmiştik ama bana bir bakışı vardı ki bakışlarımı onda birkaç saniyeden fazla tutamamıştım. Dediğimin yanlış olduğunu ve hata yaptığımı biliyordum. Zaten kendimi yiyip bitiriyorken bir de onun o bakışını görünce iyice kötü hissetmeye başlamıştım. Sinirliyken insan ne dediğini bilemezdi genelde ve o da beni sinirlendirip resmen damarıma basmıştı. Bu yaptığımı haklı çıkartmıyordu ama o da canımı çok yakmıştı.
Onun yüzünden kaç gecedir saçma sapan kabuslar görüyordum.
Yastığımın altındaki telefonumun titrediğini hissettiğimde hiç titremiyormuş gibi diğer tarafa döndüm ve yorganı kafama kadar çektim. Çalar çalar dururdu, hiç umurumda değildi.
Uykunun tatlı kolları beni kendisine doğru çekerken dudaklarımda minik bir tebessüm oluşmuştu ama bu çok uzun sürmedi çünkü telefon tekrardan titremeye başladı. Bir insan ilk çalışta telefonu açmıyorsa demek ki uyuyordu. Ne diye zırt pırt aranırdı ki?
"İnşallah her yattığında tavanla bakışıp uyuyamazsın," dedim uyku mahmuru bir ses tonuyla. Bedduamın gittiği kişiyi az çok tahmin edebiliyordum. Deniz'in kıçında sinekler uçuşuyordu şu an, uyanıp beni aramazdı. Bu arsız Berke'den başka biri olamazdı.
Yastığın altından telefonu çıkartıp çağrıyı son anda açtım ve gözlerimi açmadan telefonu kulağıma götürdüm. "Kafayı mı yedin sabah sabah? Yatıp uyusana ne arıyorsun beni?"
"Oho kızım hala uyuyor musun sen? Hadi hazırlan yürüyelim biraz. Sonra da bir yere gideceğiz." Berke'nin sabahın körüne rağmen dinç çıkan sesine yüzümü buruşturdum. Bu ne enerjiydi be?
"Yat zıbar Berke ya. Bir de yürüyelim diyorsun."
Berke'nin derin nefes aldığını duydum. Hiç sinirlenmesindi, hiçbir kuvvet beni sabahın köründe, buz gibi dışarıya çıkaramazdı.
"On dakikaya çıkmazsan kapına gelirim, Dila Berin." Tehdidine karşılık yorganın altına girdim ve seslice esnedim. Benden nefret ediyor olabilir miydi acaba? Ne spor aşkıymış bu ya. Beden derslerinde az canıma okumamıştı ve şimdi de uykumu kaçırıyordu.
"Açmam ki kapıyı. Gelirsen gel."
"İyi. Sen açmazsan Özlem Teyze açar. Özlem Teyze'ye yasaklarını çiğnediğimizi söylerim belki, bilemiyorum şerefsizlik yapabilirim her an." Berke cümlesini bitirdiği gibi üzerimdeki yorganı atıp yatağın ortasına oturdum. Az önce birbirine yapıştığını düşündüğüm göz kapaklarım açılmıştı ve gözlerim fal taşı gibi kocaman olmuştu.
"Yalnız sadece ben değil, sen de yanarsın söylersen. Yapamazsın."
"Ben yandım yanacağım kadar. On dakikaya aşağıda ol." Berke, başka bir şey demeden suratıma kapattığında telefonu kulağımdan çekip dudaklarım aralık bir şekilde telefon ekranına baktım. Gıcıktı, pislikti. Hangi akıllı sabahın köründe, şubat ayında yürüyüşe çıkardı ki?
"Allah'ım işine karışmak gibi olmasın ama Berke'ye biraz mantık verebilir misin? Bu ne şimdi ya? Spor sevgisi gözlerimi yaşartıyor da olmaz yani." Yüzümü buruşturup tek elime gözlerimi ovuşturdum ve ekranı hala açık olan telefonuma kısa bir bakış attım. O sıra üst paneldeki Deniz'in mesajlarını fark etmiştim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeşilli
Teen FictionRüzgar saçlarında dans ederken gözlerimi onun gözlerinden alamıyordum. Çok garipti, sanki daha az önce ondan nefret ediyormuş gibi hissediyordum ama şu an yeşil gözlerine bakarken nefreti hissetmiyordum. "Neden bana öyle bakıyorsun?" Dudakları arası...