Seokjin'in dudaklarından çıkan sözlerden sonra kimseden çıt çıkmamıştı. Namjoon olduğu yerde heykel misali taş kesilirken, Yoongi ise derin bir nefes bıraktı. Ardından Seokjin hiç kimseye fırsat vermeden, sakin ama hızlı adımlarla salondan ayrılmış ve şaşkınlıkla dikilen ikiliyi yalnız bırakmıştı.
Adımları giderek daha da hızlanırken koşarcasına asansöre bindi ve nefeslerini düzenlemeye çalıştı. Kalbi sanki fazladan kan pompalıyormuş gibi gümbür gümbür atıyor ve elleri durmaksızın titriyordu. Birkaç saniye sonra asansörden kendisini hızlıca atıp arabasına binerken boğuluyormuş gibi hissetmişti.
Emniyet kemerini titreyen elleri sayesinde zorlukla taktı ve hemen ardından hiç olmadığı kadar kuvvetli bir şekilde gaza bastı. Araba büyük bir gürültüyle hareket ederken, hızına rağmen dikiz aynasından Namjoon'un koşarak arkasından geldiğini görmüş ama durmamıştı. Zaten Namjoon da o hareket ettiğinde çaresiz bir şekilde durup koşmaya son verdi.
Seokjin nereye gittiğini bile bilmiyordu. Sadece gaza basıyor ve az önce ne yaşandıysa hepsini teker teker unutmak istiyordu. Nefes almak istiyordu. Boğazını sıkan el onu rahat bıraksın ve rahat bir nefes alsın istiyordu. Titremeye devam eden ellerinden biriyle camı açtı ve içeri sert bir rüzgarın girmesine izin verdi. Ama o el hala ordaydı. Rahat bir soluk almasına müsaade etmiyordu.
Gözleri hızlıca bulanıklaşırken görüş açısını kısa sürede kaybetmişti. Aynı anda telefonu gürültüyle çalmaya başladı fakat buna tepki göstermedi. Göz yaşları yanaklarından istemsizce dökülmeye başladığında artık araba kullanabileceğini sanmıyordu. Bu nedenle hızlı bir dönüş yapıp, arabasını ağaçlık bir sokağa park etti.
Araba durur durmaz şiddetli bir şekilde ağlamaya başlamış ve içinde biriken her şeyin saniyeler içinde dışarı taşmasına neden olmuştu. Telefonu hala ısrarcı bir gürültüyle çalmaya devam ederken umursamak için fazla bitkindi.
Ne kadar sürdüğünü bile bilmediği çok uzun bir süre boyunca gözyaşı dökmüş ve defalarca çalan telefonunu görmezden gelmeye devam etmişti. Olayların bu noktaya kadar gelmeyeceğini düşünüyordu ve yine yanılmıştı işte. Tam bir aptal olmalıydı. Yoongi dediklerinde haklı çıkmıştı. Namjoon onu asla sevmeyecekti, aralarındaki savaş sonsuza kadar sürecekti ve hiçbir şey Seokjin'in istediği gibi olmayacaktı.
En ufak bir pürüzde tekrardan başa dönüyorlardı. Şimdiye kadar hiçbir ilerleme kaydedememişlerdi ve Seokjin bunu düşündükçe kalbi acıyordu. Neden böyle olmak zorundaydı?
Bir dakika boyunca susan telefonu tekrardan çaldığında hıçkırıklarını durduramaz bir haldeydi. Hiç kimseyle konuşmak istemiyordu. Kimseyi görmek istemiyordu. Az önce yaptığı şey o kadar ağır gelmişti ki hala titreyen ellerini sakinleştiremiyordu. Söylediği son cümle Namjoon'unkinden çok kendi kalbini kırmıştı. İşleri bu raddeye getirdiği için Namjoon'a ölesiye kızgındı. Bir süre herkesten uzaklaşmak ve kendisiyle baş başa kalmak zorundaymış gibi hissediyordu. Ağlamak, ağlamak ve biraz daha ağlamak istiyordu. Yok olmak istiyordu.
Öyle de yaptı. Çalan telefonuna bir kez olsun bile bakmadı. Ve gün ağarıncaya kadar ağladı.
*** ***
Dıııt dııııt dıııt..
Son sekiz saattir duyduğu tek şey buydu. Kulağına yapışan telefonun arama sesi.. Her seferinde sonuna kadar cevap gelmesini bekliyor fakat arama otomatik olarak sonlandırılıyordu. Nefes almaya çalıştı. Sakin kalmak ve mantıklı bir şekilde düşünmek zorundaydı.
Olanları en baştan gözden geçirmişti. Tepkisini ortaya koymadan önce Yoongi'yi de dinlemesi gerektiğinin fakat o sinirle bunun tam aksini yaptığının farkındaydı. Hata yapmıştı. Ve yaptığı bu hata her şeyini kaybetmesine neden oldu.