Ashton'ı unutmuş olabilirsiniz diye medyaya bıraktım şfşfşşfşfşfşf
Bölüm şarkısı Middle part - &Cry!
İyi okumalar.
Gözümü kafenin cam vitrininden dışarı dikerken sağ bacağım durmadan sallanıyordu. Dilim damağıma yapışmış, midem öyle çok bulanıyordu ki kendimi kusacak gibi hissediyordum.
Terlemiş ellerimi elbiseme silerek masanın üzerinde birbirine sıkıca geçirdim.
Neden bu kadar gergindim? Hiç adil değildi.
"Ne alırsınız?" İrkilerek masanın dibinde duran garsona döndüm.
"Su alabilir miyim?" Garson masadan uzaklaşırken kafamı tekrar sokağa bakan camlara çevirdim.
Tekrar Sidney'de olmak garipti. Şu an bizzat aklımı meşgul eden büyük bir mesele olduğundan onlara ne kadar yakın olduğumu düşünmeye fırsatım olmamıştı.
Mavi hırkamın kolunu avuç içimde toplayarak dirseklerimi masaya yasladım. Yanağımı avucuma bastırarak karnımda hissettiğim garip hissin varlığının geçmesini bekledim.
Bu sırada önüme bir peçetenin üzerinde ağzına doğru daralan bir bardakta sonuna kadar dolu su bırakıldı.
Ona mavi giyeceğimi söylemiştim. Çünkü bir keresinde ben daha çok küçükken annem bebek mavisinin bana çok yakıştığını söylemişti. Sanırım onun bana ettiği ilk ve tek iltifattı. Ama aklıma kazınmıştı işte. Nadir karşılaşılan sokaklar, insanlar, tatlar, kokular.. gibi. Biyolojik babamın beni üzerimdeki renkten tanıyacak olması traji komikti.
"Merhaba?" Tepemden gelen tok ses üzerine kafamı kaldırarak oturduğum yerde kendimi küçücük hissetmeme neden olan adama baktım.
Bu bakış soluğumu kesmişti. Çünkü derinlerde bir yerlerde onu ilk defa görmüş olsam bile kim olduğunu tekleyen kalbimden anlamıştım.
Dikkatimi çeken ilk şey benimle tıpatıp aynı gözleri oldu. Anneminkiler yosun yeşiliydi, insana iç geçirtecek kadar güzel gözleri vardı. Onun ise, aynada ne görüyorsam oydu.
Hala ahşap sandalyede oturduğumu fark edince gergince gülümsedim ve ayağa kalktım. "Pardon, ben biraz-"
"Sorun değil." dedi ben tam elimi uzattığım sırada arkasına dönerek tam karşımdaki sandalyeye yönelirken. Havada kalan elimi yumruk haline getirerek arkama gizledim.
Kalktığım ahşap sandalyeye kendimi geri bırakırken o çoktan oturmuştu.
"Evet, seni dinliyorum." dedi sırtını sandalyesine iyice yaslayarak dik bir konuma geçerken. Ellerini masanın üzerinde birbirine kenetlemişti.
Yaptığı her hareketi gözlerim benden habersiz dikkatle inceliyor, herbirinin altında bir şey arıyordu. Saçları geriye doğru taranmıştı, kızıldı. Benim saçlarım onunkilerden daha koyuydu. Kahverengiydi daha çok. Ama Ashton'a göre bazen kızıl oluyordu. Daha öncesinde onunla dalga geçerdim. Şimdiyse o kadar uzak gelmiyordu.
Yaşlanmış suratındaki çiller ise dikkatimi çeken bir başka şeydi.
Kalbim öyle hızlı atıyordu ki ağzımı açsam sesimi duyuramayacağımdan korkmuştum.
Bana beklentiyle baktığını fark ettiğimde hafifçe öksürerek boğazımı temizledim.
"Ben-" der demez onunla göz teması kurunca boğulacak gibi oldum. Avuç içlerimi elbisemin eteklerine bastırdım. "Üzgünüm, söyleyecek kelime bulamıyorum.." Ancak söylemek istediğim çok şey vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARADISE LOST \\Irwin
Fanfiction"Burası," diye fısıldadı sıcak nefesi dudaklarıma çarparken. "Benim kayıp cennetim."