"İsminiz neydi?" Resepsiyondaki kadına bakarken neden buraya geldiğimi sorgulamaya yeni başlamıştım."Leona Price." Kadın buraya geldiğimden beri ilk defa kafasını kaldırarak bana baktı.
"Siz Bay Price'ın-"
"Hiçbir şeyi değilim. Sadece ismimi söyleyin yeter." dedim kadının sözlerini bir bıçak gibi keserek.
Kadın önünde duran sabit telefonu kaldırarak bir kaç numaraya bastı ve kulağına götürdü. "Bay Price, burada bir hanımefendi sizi görmek istiyor." Kadın çok kısa bekledi, ardından bakışları saniyelik bana kaydı ve tekrardan önüne döndü. "Leona Price, efendim." Bu sefer karşı taraftan cevap gelmesi uzun sürmüştü belliki çünkü kadın bana tekrar kaçamak bir bakış atmıştı.
Bana sonsuz gibi gelen ve midemi bulandıran bir sürenin ardından, "Peki, efendim." diyerek telefonu kapattı. Bu sefer benimle doğrudan göz teması kurdu. "Sizi bekliyor."
Kafamı belli belirsiz salladım. Kadına ettiğim kuru teşekkürün ardından asansöre ilerledim. Buraya hayatımda sadece bir kez gelmiştim. Ortaokulun bitiminde notlarım çok iyi gelince belki ondan bir aferin alırım diye düşünmüştüm. Ama sonrasında gelmeyi düşündüğüm için eşek sudan gelinceye kadar dayak yemiştim. Bir daha da asla ev dışında onu görebileceğim yerlere gitmemiştim.
Düğünde Rebecca'nın yanında gördüğüm adamla beraber bir lojistik firması işletiyordu. Çok büyük bir firma değildi. Şirket binası beş katlıydı ve odası da son katta ortağınınkiyle yan yanaydı.
Beş numaraya basarken elimin titrediğini fark edince geri dönmek istedim. Çünkü içimde buraya gelmememi en başından söyleyen bir ses vardı. Ve ben neden aksi hareketler yaptığımı bilmiyordum. Buraya gelmeden önce o kadar çok ağlamıştım ki sağlıklı kararlar vermekten çok uzaktım.
Asansör tiz bir sesle açıldığında önüme çıkan uzun koridorun bana hatırlattıklarıyla kusacak gibi oldum. Bileğimdeki pembe çilekli tokaya dokundum.
Adımlarım isminin yazılı olduğu camlarını katlanan stor perdelerle kapattığı ofisine doğru yöneldi.
Ondan korkmuyorum.
Hayır, gerçekten artık ondan korkmuyordum. Beni geren, midemi bulandıran onu görecek olmamdı. Başka birinin kızı olduğum için bunca zaman beni suçlamasını öğrendikten sonra onu ilk defa görecek olmam ellerimi titretiyordu.
Kapısını hafifçe tıklatıp kulpunu indirmeden önce elimi karnıma koydum. "Korkmuyoruz." dedim fısıltıyla.
Kapının ardında onu masasında başı önündeki kağıtlara eğikken buldum. Ve onun suratını görür görmez mide bulantım kendini tekrar belli etti.
Kafasını kaldırıp bana doğru bakınca ise öyle pişman oldum ki bunu anlatabilmem için kelimelerim yetersiz kalırdı.
"Gelebilirsin." dedi düz bir tonda. Her zamanki sinirli sesi yoktu ve ilk defa doğrudan suratıma bakıyordu. Yüzünü buruşturmuyordu. Halbuki yapmalıydı. Çünkü hortlak görmüş gibi bembeyaz kesildiğine emindim.
Bacaklarımı zorlayarak öne doğru birkaç adım attım. Bana bakmaya devam etti. Oldukça uzunmuş gibi geliyordu. "Gel, otur." Masasının karşısındaki yan yana tekli deri koltukları işaret ederek.
"Yok." dedim kafamı anında iki yana sallayarak. "Yok, böyle iyi. Bana zarar veremeyeceğin kadar uzak durmak istiyorum senden."
Ağzını açtı ama kapaması saniyeleri buldu. Sadece kafasını salladı. "Eminim benim gibi salağın burada ne işi olduğunu sorguluyorsundur." Orada dikilmeye devam ettim ve artık bedenimden uçup giden duygularımın yokluğuyla konuşmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARADISE LOST \\Irwin
Fanfiction"Burası," diye fısıldadı sıcak nefesi dudaklarıma çarparken. "Benim kayıp cennetim."