We're high

12.8K 402 59
                                    

Şarkı eklediğim yerde açılmazsa geri dönüp medyadan açın!!!

"1, 2, 3!" Elimde tuttuğum shot bardağını dudaklarıma yaklaştırdım ve tek seferde mideme gönderdim. Bardağı sertçe masaya vurarak yeni bir taneye uzandım.

"18 oldu Leona! Gözlerimi yaşartıyorsun." diye bağırdı Michael heycanla. Sesi geri planda geliyordu. Etraf dönmeye başlamıştı ve Michael'ın yeşil saçlarının 1 saat önce mavi olduğuna yemin edebilirdim.

"Bir tane daha." diye mırıldandım sarhoş gülümsememle birlikte dolu bardak kalmadığını görünce.

"O biraz zor canım." Arkamdan gelen sert ses ile birlikte yavaşça döndüm. Ashton'ın ateş püsküren gözleriyle birlikte gülümsemem genişledi.

"1 saat, sadece 1 saat onu sana emanet ettim Michael. Ve sen onu sarhoş mu ettin?" diye tısladı yüksek müziği bastıran bir sesle.

"Barda ne yapabilirdik, Ashton?" dedi Michael kendini savunmaya alarak.

"O reşit bile değil Michael." diye bağırdı. Sinirden yüzü kızarmıştı ve alnındaki damar belirginleşmişti. Sesi kafa tasımda dayanılmaz bir baskı oluşturuyordu. Ağrıyan başımı bar tezgahına yasladım.

Kolumu arkadan yakalayarak bar taburesinden kaldırmaya çalıştı. Vücudum çoktan jöle kıvamına gelmişti. Ve daha çok içmek istiyordum.

Kolumu kendime çektim. Ancak pek başarılı olduğum söylenemezdi.

"Rahat bırak beni." diye homurdandım kelimeleri yuvarlayarak.

"Hadi, güzelim." diye mırıldandı yumuşak bir sesle omuzlarımdan hafifçe sarsarken. Ellerinden kurtulmak için omuzlarımı silktim. Ancak bir sonraki tutuşundan sinirlendiğini anlayabilmiştim.
Sarhoş aklım kavrayamadan kolunu bacaklarımın altından geçirmiş ve ona karşı direnemeyen bedenimi sağ omzuna atmıştı.

Bacaklarımı sağa sola savurarak kendimi kurtarmaya çalıştım. Fakat ne yapacağımı önceden anlamış gibi ellerini bir mengene gibi bacaklarıma sarmıştı. Ve Tanrı aşkına, etek giyecek başka zaman bulamamış mıydım?

İkimizin çatışması birkaç insanın dikkatini çekmişti. Barda çok az insan olmasına karşın kimse yardım etmeye tenezzül dahi etmemişti.

Barın boğucu havasından temiz havaya çıktığımızda içime derin nefesler çektim.

Baş aşağı baktığım için midem alt üst oluştu. Zaten içindekileri dışarı atmak için zaman kolluyordu.

Omzuna hafifçe vurdum. "Kusacağım." dedim boğuluyormuş gibi. Bedenimi yere indirdi ve bir ağacın yanına doğru yönlendirdi.

Egilerek avuç içimi ağaca yasladım ve içimde ne var ne yoksa çıkardım. Saçlarımı elleriyle toplayarak düşmemem için elini karnıma doladı. Destek almak için karnımdaki elini boşta olan elimle tuttum.

Dönen başımı tutarak sırtımı göğsüne yasladım. Ağzımdaki iğrenç tadı gidermek adına birkaç defa yutkundum ancak pek fayda etmedi.

"Bu kadar içecek ne vardı?" Sinirli olduğunu varsaydığım sesine karşılık gözlerimi yumdum.

"Çok şey vardı." diye mırıldandım çatallı çıkan sesimle. Göz yaşları istemsizce gözlerimden süzülmüştü. Bir süre daha öyle kaldık. Eli karnımda yatıştırıcı daireler çiziyordu.

"Bekle beni burada." dedi sırtımı ağacın gövdesine yaslarken. Hızlı adımlarla karşıya geçti ve küçük büfeye doğru ilerledi.

Ellerimi diz kapaklarıma yaslayarak öne doğru eğildim. Beyaz spor ayakkabılarım artık iki çiftti. Sepiştirmeye başlayan yağmurla birlikte ağacın gövdesine sığındım.

PARADISE LOST \\IrwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin