"Bırakın!" diye çığlık attım.
"Kes sesini!" diye bağırdı ve kafamı duvara daha sert bastırdı. Boğazımdan derinden gelen bir inilti çıktı. Arkamdan gülüştüklerini duydum. İçlerinden biri göğsüme sıkıca bastırdığım çantamı aldı. İçini karıştırırken kirli karo zemine işine yaramayan kitapları fırlattı. En sonunda eline geçen temiz beyaz kağıdı aldı ve zaferle gülümsedi.
"Yazın iğrenç olsa da idare edermiş." derken küçümseyen bir ifadeyle yüzüme baktı. Burnumdan akan sıcak sıvıyı hissediyordum.
"Bırakın şunu. Zaten yeterince temas ettik." dedi ellerini iğrendiğini belli eden bir ifadeyle mini eteğine sürerken.
Kollarımı tutan kız bedenimi duvara yapıştırdı ve serbest bıraktı. Sızlayan kemiklerim yüzünden yüzümü buruşturdum.
"Ödev için teşekkürler." dedi sarışın olan elindeki kağıdı sallayarak. Onlar tuvaletten çıktıktan sonra ağlayarak yere çöktüm ve kollarımı etrafıma doladım. Ödevlerime birilerinin sürekli olarak el koyması ve bunu şiddetle yapması çok sinir bozucuydu.
Hıçkıra hıçkıra ağlarken ödevlerimi evde bırakmam gerektiğini hatırlattım kendime. Parmak uçlarımla burnumdan akan sıvıya dokundum. Parmak uçlarım kırmızı sıvıyla lekelendi.
Kirli zeminden kalkıp yüzümü yıkadım. Kan suya karışıyor, beyaz fayansları kirletiyordu. Arka cebimden mendilimi çıkardım ve burnumu iyice temizledim. Mendili çöpe attım ve saçılmış kitaplarımı topladım.
Çantamı omzuma astım ve kafeteryaya ilerledim. Öğrenciler arkadaş gruplarıyla masalara oturmuş birbirleriyle sakalaşarak yemeklerini yiyorlardı. Tepsimi aldım ve ne olduğunu anlamadığım bulamaça benzeyen yemeklerle doldurdum. Son zamanlarda aşçıların yemek zevki iyice kaçmıştı.
Elimdeki tepsiyle ayakta dikilerek oturabileceğim bir yer bulmaya çalıştım. Köşedeki John'u gördüm. Yanı boştu fakat geçen hafta beni yanında görmek istemediğini kesin bir dille belirtmişti.
Karşı masada oturan Emily'i gözüme kestirdim. Lisenin başından beri konuştuğum tek insandı. O da son günlerde benden uzaklaşmıştı ve şu anda okulun popüler kızlarıyla aynı masada oturuyordu. Ama yine de şansımı denemek istedim. Çünkü yer yoktu ve ben açtım.
Yanlarına doğru ilerledim. Bir an elimdeki tepsi kayacakmış gibi hissettim. Ellerim her zaman olduğu gibi insanlara yaklaştığım anda titremeye başlamıştı.
Boş sandalyenin arkasında durdum. Hararetli bir şeyler konuşuyorlardı ve kahkalarla gülüyorlardı.
"Burası boş mu?" diye sordum sesimi bulduğum ilk anda. Masadakiler aniden konuşmayı kestiler ve bana odaklandılar. Onların ilgi odağı olduğum için rahatsız oldum. Sadece bir köşeye oturmak ve sessizce yemek yemek istiyordum.
"Ne?" diye sordu içlerinden biri tek kaşını kaldırarak. Yeşil gözleri esmer teninde ahenkle parıldıyordu.
"Bura-" sözümü devam ettirmeden Emily atladı.
"Burada yemek yiyemezsin." dedi sinirle suratıma bakarak. Neden böyle davrandığını anlayamadım.
"Neden ama? Sadece bu-"
"Burada yemek yiyemezsin!" diye bağırdı. Kafeterya bir anda sessizleşti ve herkesin bakışları olduğumuz yöne çevrildi.
"Burada senin için yer yok." bakışlarında gördüğüm hırs kalbimi parçaladı. Yavaşça kafamı salladım ve arkamı döndüm. Bazılarının hak ettiğimi söyleyen sözlerini duyuyordum. Arkamı dönmemle tepsimin yeri boylaması ve yere düşmem bir olmuştu. Üstüm başım tepsinin içindeki yemeğe bulanmıştı. Gözlerim dehşetle aralanırken arkamı döndüm. Jordan Emily'nin oturduğu masanın kenarına kalçasını yaslamış yüzündeki gülümsemeyle aciz durumuma bakıyordu. Emily'nin yüzündeki gülümseme ile tek arkadaşımın da aslında hiç olmadığını anlamıştım.
"Selam tatlım." dedi elini sallayarak. Kafeteryadaki tüm öğrenciler kahkahalarla güldüler.
"Duydum ki Ashton Irwin'e veriyormuşsun." dedi yüzündeki hain gülümsemeyle. Boğazımdaki yumru gittikçe büyürken nefes alamaz hale geldim. Onu nereden tanıdığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Öyle ki onun adını duyan herkesin yüzünde bir ciddiyet oluşmuştu. "Ben de şansımı denemek istedim. Daha doğrusu hepimiz." dedi arkasındaki arkadaşlarını işaret ederek. Gözlerim doldu. Beni hak etmediğim halde bir fahişe yerine koymaları çok onur kırıcıydı.
"Tanrı bilir, sen bizden bir karşılık da beklemiyorsundur." söylediği çok komikmiş gibi herkes gülmeye başladı. "Gecen ne kadar tatlım?" Yumruk yaptığı elini çenesine yerleştirdi ve yüzüme gülümseyerek baktı.
Midem bulandı ve başım dönmeye başladı. İnsanların bakışlarının üzerimde olduğunu bilmek rahatsız ediciydi. "Yoksa senin için zaman önemli değil mi?" Kendiliğinden gözümden akan bir damla yaşı silmeye ugraşmadım, hırsla ayağa kalktım. Gerçekten sinirlenmiştim ve bunu kontrol edemeyecek bir durumdayım.
Belki de etmemeliydim.
Başımın dönmesini ve dengemi kaybedebilecek olmamı umursamadım. Herkes nefesini tutmuş şekilde bizi izlerken sessizlikte topuklarım ve sinirle aldığım derin nefesler konuşan taraftı. Düşünemiyordum. Beni harekete geçiren beynim değildi, bu yaptıklarım mantıktan çok uzaktı. Az sonra yapacaklarım herkesi kaosa sürükleyecek olsa da ilk defa bu kadar korkusuzdum.
Dizlerim titriyordu. Damarlarında akan kanın şiddeti parmak uçlarımda toplanmıştı. Jordan'ın karşısında dikildiğimde tüm öfkem açığa çıkmıştı. Tüm gücümle onu ittim. Arkasındaki masanın dibine düşmüştü. Gözüme çarpan bir tepsiyi masadan aldım ve üstündeki yemeklerle birlikte Jordan'ın üstüne attım.
Herkes şaşkın ve sessizdi. Birkaç saniye şoku atlatmaya çalıştılar. Kendilerine geldikleri an yaptıklarımı bana ödeteceklerdi.
"Seni sürtük.." Jordan'ın sinirle bağırışı üzerine ne yaptığımı çok sonra idrak edebilmiştim. Hızlıca çantama uzanarak kafeteryadan dışarı çıktım.
"Bunu ödeyeceksin!" diye bağırdı arkamdan. Aldırmadım. Eninde sonunda bunun karşılığını alacağımı biliyordum.
Okulun duvarlarından atladım ve sarsılan bedenimi sakinleştirmek adına birkaç dakika durakladım. Ardından çantamı omzuma astım ve sarsak adımlarımı eve doğru yönlendirdim.
***
Çatalımı spagettime batırdım ve ağzıma büyük bir lokma aldım. Yanaklarım ağzımın içindeki fazla miktarda spagettiden dolayı şişerken kolamdan büyük bir yudum aldım ve hızla yemeğimi yemeye devam ettim.
"Şunu keser misin? Midemi bulandırıyorsun." Rebecca'nın tiksinmiş sesi üzerine çatalım havada asılı kaldı ve yutkunamayacak hale geldim. Çatalım tok bir sesle tabağıma düştü. Çıkan sesle irkildim ve yarısı hala dolu olan tabağıma diktim bakışlarımı. Hiç kimse bir şey söylememiş ve yemeğe devam etmişlerdi.
Kaçan iştahımla birlikte izin isteyip masadan kalktım. Tabağımı tezgaha bıraktım. Salona geçtim ve yanan şöminenin önüne oturdum.
Bunu yapmasına katlanamıyordum. Sürekli olarak yaptıklarımdan memnun kalmamasına, nerede olursak olalım beni azarlamasına, küçük düşürmesine ve annemle babamın buna karşı bir şey yapmamasına dayanamıyordum. Benimle alıp veremediği ne vardı? Ne yapmıştım da benden bu kadar nefret ediyordu?
Gözümden yuvarlanıp giden gözyaşını kaşlarımı çatarak karşıladım.
"Leona," arkamdan gelen yumuşak sesle kafamı hızla oraya çevirdim. Annem salonun girişinde durmuş yüzünde adlandıramadığım bir ifadeyle bana bakıyordu.
Yerimden hızla kalktım. "Hemen hallederim." dedim sessizce. Bulaşıklar için yanıma geldiğini biliyordum. Başka bir şey için benimle muhattap olmazdı.
Salondan çıkmadan önce omzuma dokundu hafifçe.
"Üzgünüm." dedi mırıldanarak. Gülümsedim, üzgün olmadığını biliyordum. Sadece iyi biri olduğuyla ilgili kendini tatmin etmeye çalışıyordu. Ona şimdi mi aklına geldiğini sormak istedim. Ama sadece istedim. Tek yapabildiğim önemli değilmiş gibi yaparak omuz silkmekti. Halbuki ikimiz de bunun önemli olduğunu biliyorduk. Ben sadece onun üzülmesini istemiyordum.
Anneme arkamı döndüm ve mutfaktaki dağınıklığı toplamaya gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARADISE LOST \\Irwin
Fanfic"Burası," diye fısıldadı sıcak nefesi dudaklarıma çarparken. "Benim kayıp cennetim."