Bölüm aarcobaleno sana gelsin. Umarım okurken keyif alırsın ;)))
Bölüm şarkısı SYML- WDWGILY
Grace'i kitapları kaydettiğimiz bankonun arkasında buldum. Beni görür görmez oturduğu sandalyeden fırlayarak boynuma sarılmıştı. Onu karşılık verirken yürüyerek geldiğim için nefes nefeseydim.
"Nasılsın?" dedi fısıltıyla sesini arkalarda oturan birkaç kişiye duyurmaktan çekinerek. "Öldüm meraktan. Hastaneye gelecektim ama yanındaki ayı izin vermedi."
Geri çekilirken Dave'e söyledikleri üzerine güldüm.
"Nereden tanıyorsun onu hem? Hiç senin tipin değil." Çattığı kaşlarıyla hiç cevap vermek istemediğim bir soru sorunca yutkunarak bakışlarımı kaçırdım. Sanırım Dave'le tanışıklığımız en enteresan olaydı. Yol boyunca onu düşünmemek için ne kadar uğraşsam da bir yerlerden kendini belli ederek kalbimin belli belirsiz bir ağırlığın altında ezilmesine neden olmuştu.
"Neredeler? Calum ve Michael yani." dedim konuyu değiştirme çabası içine girmişken. Anlamadan suratıma bakmaya devam edince tekrar konuştum. "Mesaj atmışsın. Seni bekliyorlar diye."
"Ah, evet." dedi kaşları anladığını belirtircesine havalanırken ."Bayağı beklediler seni, şu masada." Parmağıyla işaret ettiği masaya bakarken masanın üzerinde kapanmasın diye ters çevrilerek bırakılmış bir kitap gördüm. Görmesem bile bunun Michael olduğunu adım gibi biliyordum. Kitap okumaya bayılırdı. Ama bunu özellikle kütüphanede yapmak daha bir ilgisini çekerdi. Sanırım bunu kitaplara saygısından yapardı. Giyidiği siyah kıyafetlerin tersine bir o kadar ruhu renkli olan, ne kadar umursamaz gibi görünse de tanıdığım en düşünceli insanlardan biri olan arkadaşımı hatırlamak burun direğimi sızlatmıştı.
"...gittiler." Grace'in sesiyle hafifçe irkilerek kendime geldim. Lafını bitirmiş yüzüme bakıyordu.
"Pardon, tekrar söyler misin?" Mahçupça bakışlarımı ona kaydırırken kirpiklerimi bir iki kez kırpıştırdım.
"Dedim ki neredeyse üç saat seni beklediler. Şu kütüphaneye sürekli gelen çocuk, epey sinirliydi. Diğeri de onun tam aksine oldukça sakin. Yarım saat kadar önce esmer olanın telefonu çaldı. Çaldı diyorum çünkü neredeyse herkes telefonunu sessize almadığı için çocuğun üzerine atlayacaktı. Neyse, o telefondan sonra gittiler."
Onu dinlerken kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım. Ne telefonu gelmişti acaba?
"Ne oldu? Başın belada mı?" Kocaman açtığı yeşil gözleriyle beraber dibime girdiğinde bir adım geri çekildim.
"Hayır.." dedim sakince sorusuna karşılık. Tek kaşını kaldırarak sorgusuna devam edeceği sırada arkasından gelen ses üzerine durdu.
"Pardon, bakar mısınız?" Elindeki kitaplarla ona seslenen çocuğa dönerek gülümsedi ve kızıl saçlarını topuz yapmak için kullandığı kalemi düzeltirken hızlı adımlarla bankonun arkasına geçti.
Arkadaşımın kitap kaydı yapmasını fırsat bilerek kendimi dışarı attım. Hafifçe esen rüzgar saçlarım arasından girerek tenimi okşadığında derin bir iç geçirdim. Kaldırımın ortasında durmamak adına birkaç adım atarak sırtımı kütüphane binasının eski duvarına yasladım.
Kafamı da beraberinde geriye doğru bırakırken bilmem kaç senelik binanın kesif kokusu burnumu doldurdu. Gözlerimi yukarı, beyaz ve grinin birbirine geçerek bir yumak oluşturduğu bulut kümelerine, çevirdim.
Sokaktan geçen insanların topuk sesleri kulağıma geliyordu. Hepsi de bir yerlere aceleleri varmışçasına hızlı, tahammülleri yokmuşcasına sabırsızdı. Bir insanı ayak seslerinden bile çözebilirdiniz. Kaldı ki ben çevremdeki kimseyi hissettiklerini dile getirseler bile çözememiştim. O yüzden bazen durduğum yerden sadece yorum yapmak herkes gibi benim de kolayıma gelirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARADISE LOST \\Irwin
Fanfiction"Burası," diye fısıldadı sıcak nefesi dudaklarıma çarparken. "Benim kayıp cennetim."