Güzel parmaklarınızdan güzel yorumlar bekliyorum. Ve kapak hakkında ne düşünüyorsunuz? Eskisi mi daha iyiydi yoksa bu mu?
Merdivenleri hızlı adımlarla çıkarken elimdeki kitapları çantama tıkmaya çalışıyordum. Nefes nefese sırtımı duvara yasladım. Çantamdaki kitapları yere yığarak düzenli bir şekilde çantama yerleştirdim. Ders çoktan başlamıştı. Sıkı bir azar yiyeceğimden oldukça emindim.
Çantamın fermuarını çekerek son katı da çıkacakken duyduğum hıçkırık sesiyle durdum. Kafamı hafifçe sola doğru çevirdim. Koridorun sonundaki dolapların arasına girmiş, ağlayan Emily'i görünce çıktığım iki basamağı da indim. Çantamın ağırlığı altında ezilerken yanına yürüdüm.
Hırkamın ceplerini karıştırarak bir mendil çıkardım. Ancak mendili ona doğru uzattığımda benim varlığımı fark edebilmişti. Gözlerini şaşkınca bana doğrulturken nasıl kızardıklarını görebilmiştim. Birkaç saniye öylece bana baktı. Ardından mendili aldı. Eteğimi umursamadan yere oturdum ve çantamı yanıma bıraktım.
"İyi misin?" diye sordum, o göz yaşlarını silerken. Bana karşı son tutumunu biliyordum. Görmek istemediğini, onu küçük düşürdüğümü defalarca dile getirmişti. Ama yalnız başına ağlamanın ne kadar kötü olduğunu da gayet iyi biliyordum.
Alayla güldü. "İyi gibi görünüyor muyum?"
"Sorun ne? Yani eğer anlatmak istersen."
Dilini damağına değdirerek kafasını başka yöne çevirdi.
"Ailem boşanıyor."
Durdum, elini tutup tutmamak arasında gidip geldim. En sonunda elimi hafifçe elinin üzerine bıraktım.
"Üzgünüm." diye fısıldadım. "Ama belki de bu hepiniz için daha iyidir."
Elini bir hışımla geri çekti. Elim havada asılı kalmıştı. "Anlamıyorsun. Ben hiç ikisi arasında seçim yapmadım. 'Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı' saçmalığının ortasında kalmak istemiyorum."
"Kendi açından bakıyorsun. Onlar için iyi olan bu olduğu için birlikteliklerini bitiriyorlar. Sana olan sevgileri hiçbir zaman eksilmez."
Yüzünü buruşturdu. "Yüzünde hergün morlukla okula gelen sensin. Ailenin ne demek olduğunu nereden bileceksin?"
Başımı eğdim ve ne diyeceğimi bilemeden bir süre bekledim. Üzgündü, ne dediğini bilmiyordu. Ama canım yandı. Çünkü haklıydı.
"Haklısın." dedim sessizce, ayağa kalkarken. Derin bir iç çektiğini işittim.
"Leona, ben öyle demek istemedim."
"Yok," diye mırıldandım. "Sen haklısın."
Çantamı aldım ve merdivenleri çıkmak yerine aşağı indim. Çantamdaki kitaplar öncekinden on kat daha ağır geliyordu.
Dudağımı sertçe dişlerken okul bahçesindeki alçak duvara doğru yürüyordum. Bu kadar aptal olamazdım. Teselli verecek başka konu mu yoktu?
Çantamı duvardan aşağı attım ve hemen ardından yerdeki yığılı taşlara basarak duvarı tırmandım.
Kalın duvarı aşarak karşı tarafa geçtim. Yavaş adımlarla yürürken çalan telefonumu dikkate almadım. Ayaklarım çoktan alışık olduğu yolda ilerlerken onlara engel olmadım.
Hep alışveriş yaptığım marketin, çocukken arkasına saklanarak kendimi diğer çocuklardan koruduğum devasa ağacın, 5 yaşımdayken düşerek diz kapağımı parçaladığım kaldırımın, her sabah yemediğim kahvaltımı verdiğim sokak köpeklerinin ve babamın peşinden koştuğum yollardan sırayla geçtim. Zihnim nasıl ezberlediyse yolları, hatıraları da bir o kadar taze ve canlı bırakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARADISE LOST \\Irwin
Fanfiction"Burası," diye fısıldadı sıcak nefesi dudaklarıma çarparken. "Benim kayıp cennetim."