Genç adam siyah ceketinin kapüşonunu kahverengi saçlarla kaplı kafasına geçirmiş,ellerini ceplerine sokmuştu.
Yüzyıllardır yaptığı şeyi,yapmayı en iyi bildiği şeyi yapıyordu yine.Geceye karışmış bir gölge gibi ailesini izliyordu uzaktan.
Ona biçilmiş rol buydu,en başından beri.
Tanrı beni sevmiyor.
Kendisini ajan gibi hissederek sarı saçlı genç kadının bir yaşlarındaki sevimli kız çocuğunu salıncakta sallayışını izlemeye devam etti,gözlerini kırpmaktan bile çekiniyordu.Güzel kadını uzun süredir o kadar mutlu görmemişti.
Arkasındaki ağaca yaslanarak bu huzur dolu manzarayı izlemeye bir süre daha devam etti.Biçimli dudaklarına bir tebessüm yayılmasına engel olmamıştı.Niye olsundu ki?Gülmeyi uzun zaman önce unutmuştu.İçindeki yaralar ne zaman mutluluğu yakalar gibi olsa zorlanınca acıyan dikişler gibi zonkluyordu.Yalnızca 16'sında gösteriyor olmasına rağmen kendini yaşlı,çok yaşlı hissediyordu.
Düşüncelerini vampir kulaklarıyla dinlediği bebeğin mızırdanmaları böldü.Kızın kocaman gözleriyle süzdüğü alana dönünce bir dizi uğursuz karganın renkli direğe dizilmiş olduklarını fark etti.
Çok zeki bir ufaklıksın.
"Çocuğun büyükannesi." Diye düşündü.
Büyükannem.
"Gitmem gerekiyor,ufaklık." Dedi kuzenine doğru bir gülüş atarken."Fakat çok yakında yeniden karşılaşacağız.Söz veriyorum."
Mutlaka.New Orleans'teki Mikaelson köşküne adımımı attığımda,beni doğaüstü varlıkların kraliyet ailesi olarak anılan ailemin beklediğini biliyordum.
Sanırım hikayeyi baştan anlatmam gerek.Yaklaşık 14 sene önce,büyük teyzem Dahlia,bana ve halam Freya'ya karşı bir tehtit oluşturuyordu.Babam Niklaus ve büyükbabam Mikael,o esnada düşman olmalarına rağmen kızlarını Dahlia'dan kurtarmak için bir ittifak oluşturdular.Bu zorunlu ittifak sonradan inanılmaz şeyleri açığa çıkarmış,ikisinin de 1000 yıl boyunca inandıkları şeyin aslında yanlış olduğunu öğrenmeye itmişti.Dahlia gerçeği sonradan açıklamıştı:Ansel aslında kısırdı.Dahlia,büyükannemin yaptığı bu aldatma işine o kadar sinirlenmişti ki bir büyü ile Klaus'un vücuduna kurt geni yerleştirmişti.(Dahlia büyükbabama aşıkmış.)
Babam,kurt genine sahip olduğu için aslında büyükbabamın çocuğu olduğunu kimse fark edememiş.Oysa ki tıpa tıp birbirlerine benzerler.
Neyse işte.Dahlia,bir cadı ordusu meydana getirip saldırınca orada sadece büyükbabam,babam,Freya halam ve ben varmışız.Babam beni apar topar büyükbabama vermiş.Güya ordudan kurtulmak için bir ya da iki hafta boyunca şehirden uzaklaşacakmışız,ama iş günümüze kadar gelmiş.Büyükannem Esther ve Dahlia birlikte çalışmaya başlamışlar.Ben 16 yaşıma gelene kadar da ikisi karşısında savaşmayı kesmemişler.Daha bir hafta önce,ikisi de kesin olarak ölmüş.
Birkaç gün önce,TV'nin karşısına oturmuş Pretty Little Liars izliyordum.Dışarıda akşamdı ve California'nın ışıkları parlıyordu.Büyükababam da geçmişte benimle birkaç bölüm izlemişti ama kızları çok aptal bulmuştu.Ama ben sevdiğim için izlememe bir şey demiyordu.(Biz beraber Vikings izliyoruz)
Dizi daha yeni başlıyordu ve jenerik müzik girdiğinde her zamanki gibi eşlik etmeye başladım.Ben "got a secret can you keep it?" Diye mırıldanırken büyükbabam da kitap okuyordu.
Birden onun telefonu çalmaya başladı.Televizyon ünitesinde duran i phone parmağımı kaldırmamla sahibine doğru uçmaya başladı.Büyükbabam bana bakarak gülümsedi ve telefonu havada tuutu.Telefonun ekranına baktığında ise yüz ifadesi şaşkın bir hale büründü.Bana döndü.
"Hope,baban arıyor."
PLL izlerken dikkatimin dağılmasından hoşlanmadığımı bildiği için içeri geçti.Tekrar yanıma geldiğinde ise suratı allak bullaktı."Hope,dizinin bitmesine ne kadar var?" Diye sordu."35 dakika." Diye cevap verdim."Dizi bittikten sonra hazırlanırsın,olur mu?Gidiyoruz." Dedi."Pekala,geçen sefer sen seçtin,bu sefer sıra bende.Florida'ya gidelim." Dedim.O ise sanki beni duymamıştı.Sonunda konuştu.
"Hope,New Orleans'e dönüyoruz!"
________________
Arabadan inerken kendimi inanılmaz derecede çekingen hissediyordum.Siyah cipten utangaç tavırlarla indim ve dudağımı ısırdım.Sırtıma çantamı alıp tek kayışını taktım.Küçük adımlarla yürümeye başladım.Büyükbabam da arabadan inmiş ve yanıma gelmişti.Gergin bir bakış attım.Bu anın hayalini milyonlarca kez kurmuş olsam da avuç içlerimin terlemesine ve kalp atışlarımın hızlanmasına engel olamıyordum.Büyükbabam bana Sakin ol dercesine gülümsedi.
Avludan içeri girdiğimizde genç görünümlü bir kadın ve erkek masalardan birinde karşılıklı oturmuş koyu bir sohbete dalmıştı.Masada dumanı tüten iki fincan vardı.O kadar ki geldiğimizi duymamışlardı bile.Büyükbabam sırıttı ve abartılı bir şekilde öksürdü.
Koyu saçlı adam ve sarışın kadın kafalarını aynı anda bize çevirdi.Kadın Freya ya da Rebekah,Adam ise Finn,Kol veya Elijah olabilirdi.Kadın "Baba!" Dedi ve sevincini saklamaksızın hızlı adımlarla yanımıza gelip babasına sımsıkı sarıldı.Bu kadar samimi olarak sadece Freya ona sarılabilir diye düşündüm.Adam ise köşeli yüz hatları ve sert bakışlarıyla en çok Finn'in betimlemesine uyuyordu.Bakışları biraz daha yumuşak olsa Elijah da olabilirdi ama hayır.Adam "Hoşgeldin baba." Deyince fikrim daha da sağlamlaştı.Büyükbabam Finn'in ses tonu diğerlerinden farklı demişti.
Freya bana baktı ve "Merhaba.Sen Hope olmalısın.Evine hoşgeldin.Ben Freya" Dedi sevecen bir sesle.Küçük bir gülümsemeyle "Teşekkür ederim." Dedim.Adam da "Ben de Finn.Hoşgeldin." Diyerek tahminlerimi doğruladı.
Freya babasının koluna girdi ve içeri geçtik.İçerde takım elbiseli başka bir kumral adam ve Rebekah olduğunu bildiğim sarışın bir kadın kitap okuyordu.Freya "geldiler!" Deyince ikili kitaplardan başlarını kaldırdı.Ayağa kalktılar.Kadın "Merhaba Hope.Ben Rebekah,kısaca Bex diyebilirsin.Ve bu da Elijah." Dedi.
Elijah gülümsedi.Gerçekten çok hoş ve zarif bir adamdı."Evine hoşgeldin.Uzun zamandır bu anı bekliyorduk." Dedi.Ben kısmen de olsa sakinleşmiş ve heyecanımı üstümden atmıştım."Hoşbulduk Elijah..Amca mı demeliyim?" Sorum herkesi güldürmüştü.Sert kardeş Finn'in bile dudaklarına bir tebessüm yerleşmişti."Fark etmez.Sana hangisi uyarsa." Dedi Elijah.Rebekah bu esnada büyükbabama hoşgeldin diyordu...
Bu esnada yan odadan biri ölüyormuş gibi çığlıklar yükselmeye başladı.Endişeyle birbirimize baktık ve vampir hızlarımızla yan odaya geçtik.(Ben vampir özellikleri de gösteriyorum.)
Freya da insan koşuşuyla odaya daldığında derin bir oh çekti.Büyükbabama baktığımda gözlerini devirdiğini gördüm.
Kol elinde playstation kolu,kendini kanepeden yere atıyordu.Ekrandaki kafasız adam cızırdamalarla kayboldu ve kaybettiniz yazısı geldi.Kol ellerini saçlarının arasına daldırdı.Mikael "Ne oluyor?" Dedi hoşnutsuz bir sesle."Sonuncu kağıdı alıyordum baba ve sonra..Baba bu.."
"Evlat acısı gibi." Diye tamamladım."Degil mi?"
Kol bana döndü.Ben de koltuğa oturup playstation kolunu elime alırken "Slender Man bu büyükbaba." Dedim."Hani ben de oynuyordum." O oyun yüzünden kaç gece uykusuz kaldığımı hatırlayan büyükbabam gözlerini devirdi."Bu Slender'a ettiğim küfürleri kimseye etmedim." Dedim.Sonra Kol'a baktım ve "Selam bu arada.Ben Hope." Deyip güldüm.O da gülüşüme katıldı.Sonra da"Seninle çok iyi anlaşacağa benziyoruz Hope.Ben Kol.Hoşgeldin." Dedi sıcak bir gülümseme ile.
_________________
Hope ve Kol,Call of Duty oyununa dalmışlardı.Freya ve Rebekah onları izlemekteydi.Hope'a denildiği üzere Klaus ve Hayley kurtları idare etmek üzere bataklıktaydı ve akşama doğru gelebilirlerdi.Hope için beklemek zor olmayacaktı,çünkü amcası ile 2.Dünya Savaşı'nı kazanmakla meşguldü.
"Kol adam bizim doğduğumuz yerde!" Diye haykırdı Hope heyecan dolu bir sesle.Kol hemen oyunun başlangıcına gitti.Birkaç adamı kurşuna dizmesi ile seviye tamamlanmıştı.
Hope ve Kol sağ ellerini havaya kaldırıp yumruk yaptılar ve sertçe kendilerine doğru çektiler.Hope Kol'a bir beşlik çaktı.Kol "Pasue" tuşuna bastı ve "Yoruldum." Dedi.Hope başını salladı.
Freya Rebekah'a dönüp kıkırdadı."Yeğenimizin bizimle makyaj ve dizilerdeki yakışıklılardan konuşması hayallerini de unutabiliriz böylece." Dedi."Amcasıyla dünyayı kurtarıyor."Kol kafasını çevirdi ve "Biz dünyayı kurtarmıyoruz ki 2.dünya savaşındayız" dedi.Freya tek kaşını kaldırdı.Hope "Onu da yaparız Hala" dedi.Rebekah "Preety Little Liars'ta en son ne oldu izleyen?" Diye sorunca Hope "Bişey bulamadılar." Diye cevap verdi.Rebekah sırıttı.
(Hope anlatıyor)
İki çift ayak sesi kulaklarımın içini doldurmadan önce oyunun kabını inceliyordum.Rebekah "Nik!Hayley!Hoşgeldiniz!" Dediğinde hızla arkamı döndüm ve iki melez evebeynim oradaydı.Büyükbabam gidip babama bir şey dedi.Babam bana baktı.Ayağa kalktım.Annem "Kızım!" Dedi ve bana sarıldı.O anda hissettiğim ilahi duyguyu daha önce hiç hissetmemiştim.Anne sevgisiydi bu.Ben de ona sımsıkı sarılırken omzumdaki ıslaklığı hissediyor ve kendi gözyaşlarımın süzülmesine engel olamıyordum.Annemden ayrılıp babama yürürken diğerlerinin de ağladığını fark ettim.
Babam birkaç adım attı ve mütiş bir aksanla "Evine hoşgeldin.Kızım." Dedi.Gülümsedim ve "Hoşbulduk baba." Dedim.O anda ona koşmaya başladım.O imajı gereği koşmasa da inanılmaz hızlı adımlarla bana yürüdü.Ortada buluşup kucaklaşmamızı ömrü hayatım boyunca unutamayacaktım.
Kollarıyla beni sardı ve ben de kafamı göğsüne gömdüm.Ellerini enseme koydu ve saçlarımı öpmeye başladı.Sonra kafamı kaldırdım ve parmak uçlarımda yükselip yanağına bir öpücük kondurdum...
__________
Akşam yemeği saati gelmeden önce babam bana bütün evi gezdirmişti.En sonda da çatı katındaki odama gelmişti.Oda bebek odasıydı ve babam bana odayı istediğim gibi dekore edebileceğimi söyledi.Bavullarım ve çantam da odanın önündeydi.Amcam Finn babamı çağırdı.Babam istediğimi yapabileceğimi söyledi.
Odayı genç odasına dönüştürecek olsak da bu halinde bana dokunan bir şeyler vardı.Bebekliğimin bu odada geçmesi gerekiyordu fakat ben hep birilerinden kaçtım.Kendi öz büyükannemden...
Şifonyerin üzerinde duran minik oyuncak atı,müzik kutusunu inceledim.Her bir ayrıntıyı aklıma kazıyordum.Şehir manzarasına bakan pencerenin önündeki kahverengi beşiğe göz attım.Tahtadan yapılmış,nostaljik bir şeydi.Başlığına da zarif harflerle adım kazınmıştı.Tahtadaki pürüzlerde elimi gezdirdim...
"Hope,yemek hazır!" Dedi Freya aşağıdan."Geliyorum Hala!" Diye seslendim.
Akşam yemeğinde bütün aile bir aradaydı.Bunca yıl boyunca sadece büyükbabamla ve bazen de arkadaşlarımla yemek yemiş olan ben böyle kalabalık akşam yemeklerine alışkın değildim.Yine de kolay alışacağımdan emidim.İçimi hoş bir aidiyet duygusu kaplamıştı..
Sofra oldukça hareketliydi.Yine de normal aile yemeklerindeki klasik uğultu hakim değildi odaya.Hiç kimse bağırarak konuşma gereği duymuyordu.
"Ee,okula kaydımı ne zaman yaptıracağız?" Diye sordum çatalımdaki tavuk parçasını ağzıma atarken.Büyükbabam ,her 2 ya da 3 senede bir yer değiştirip başka bir ülkeye taşınıyor olsak da,beni mutlaka okula yollardı.Üniversiteye gidip gitmemek kendi kararım olabilirmiş ama en azından liseyi bitirmem gerekiyormuş.Hep öyle söyler.
"Sen ne zaman istersen prensesim." Dedi babam yine o tatlı aksanla.Bana "prensesim" demesi çok hoşuma gitmişti.Konuşmadan önce gülümsememin suratımda yayılmasına engel olamadım.
"Yarın uygun mudur?Pazartesi başlatırlar.Çok geri kalmış olmam
böylece."
____
Ertesi gün babam ve annem ile birlikte okula kaydımı yaptırmaya gittim.Bu sene 10. Sınıf olacaktım.Okul müdiresi üçgen şeklinde sivri topuklu ayakkabı ve kalem etek giyen kızıl saçlı bir kadındı.Otoriter görünmek için kendini fazla kasıyordu.Adımı söyler söylemez ilk tepkisi "Ama Bebek Mikaelson öldü."demek olmuştu.Babam "Demek ki ölmemiş." Demişti açıkça uyarı dolu bir sesle.Kadınla birbirimizden hoşlanmayacaktık.Bundan emindim.
Babam ve müdiremiz bayan Lucy York,başka konulardan konuşmaya başladılar.Babamın da ondan hoşlanmadığından emindim.Babamın yanında ayakta dururken düzenli masayı imcelemeye başladım.Gerçekten sıkılmıştım.Üzerinde "12.Sınıf-Yeni Kayıt" yazan şeffaf bir dosya dikkatimi çekti.Dosyanın içindeki kağıtta birkaç isim listelenmişti.Son sınıf için bu sene kaydını yaptıran öğrenciler.Pek dikkatimi çekmemeliydi.Zira 10. Ve 12. Sınıflar arasında hemen hiç diyalog olmazdı.Yine de can sıkıntısından isimlere göz gezdirdim.Kristen Hale.Dylan Moore.Stephanie Summers.Antony Brington.
Kol Mikaelson.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...