"Ne oldu da böyle sonlandı bilmiyorum.Bildiğim tek şey;ne yaptıysam kendi istediğim için yaptığım.Ve bilmelisin ki;bu vasiyet bir şeyler bırakmaktan çok bir şeyler aşılamak için.Güzel seçimler yap ki,güzel acıların olsun.Benimkiler baya güzel oldu.."
(Cameron Mikaelson'un vasiyetindeki son cümleler-2071)Henrik biliyordu ki kardeşi Kol'un durumunu bizzat görmesi gereken kişi kendisiydi.Diğer abi-ablaların kesik kesik ve eksiklerle dolu anlatımı kafasının içindeki düşünceleri aydınlatmaya yetmiyordu.
Freya'yı gölde boğduktan sonra değiştirdiği yeni arabasının içi motor sesi dışında sessizdi.Tek eliyle direksiyonda kolayca hakimiyet sağlarken normalde Penelope'un tutmaktan hoşlandığı öteki eli de boşlukta kalmıştı.Klaus'un bizzat işini bitirdiği eşini hatırlayınca içi bir kez daha sızladı.
Kardeşlerine neden yardım ediyordu ki?
Kafasında oluşan soru daha da büyümeye fırsat bulamadan adam terk edilmiş akıl hastanesine ulaşmıştı.Büyük binanın bahçesine arabasını park edip araçtan indi.Her zamanki gibi siyah giyinmiş olsa parlak sabah güneşi onu pek rahatsız etmemişti.
İçeri temkinli adımlarla girdi.Açık bıraktığı kapı arkasından kapanınca bir an klişelerle dolu ucuz bir korku filmindeymiş gibi hissetmişti.
Boş koridorda ilerlerken ayakkabılarının çıkardığı gıcırtıyı duyabiliyordu.Her ne kadar bir orijinal vampir-cadı melezinin hiç bir şeyden korkmaya gerek duymaması gerektiğine inansa da tetikte davranmaktan kendini alamamıştı.
"Davina senin meclisteki en kıdemli üyelerden biri olduğunu söyledi."
Doğaüstü kulakları yardımıyla okul müdürünün aksansız sesini duyabilmişti.Kadının cadı hisleriyle kendini hissetmesinden çekinerek saklandı.
Avustralya aksanlı muhteşem bir erkek sesi kadını "Sanırım öyle." Diyerek onayladı.Henrik kadının "Davina sana güveniyor." Demesinden sonra bir çift ayak sesi duyunca Lucy'nin adama yaklaştığını ya da odayı turladığını tahmin etti.Kadını kollarını birbirine dolamış konuşurken hayal etmek zor değildi.
"Davina'dan önceki başkanımız da bana güvenirdi."
Kadın onaylar gibi bir ses çıkardı.
"Senin çok güçlü olduğunu söyledi.Çok da zekiymişsin."
"Bunları iltifat olarak mı almalıyım?"
"İstediğin şekilde anlamakta özgürsün."
Henrik telli defterden bir sayfa koparıldığında çıkan sesi duydu.
"Kayıp akmeşe parçasının yerini yer bulma büyüsüyle tespit ettik.Bu adresin yakınlarında olmalı.Çember fazla dar değil,farkındayım.Oraya varınca yeni bir büyü yaparsın,ya da daha afilli bir şey deneyebilirsin.Aslına bakarsan kayıp parçayı getirdiğin sürece ne yaptığın umurumda değil."
Adam bir saniyelik sessizliğin ardından "Burada sadece şehir ismi yazıyor." Dedi.
"Evet.İşin geri kalanı için sana güvenmekten başka pek bir şansım yok."
"Pekala o halde.Ne zaman yola çıkmalıyım?"
"Mümkünse hemen."
Kısa veda cümlelerinin ardından adamın ayak seslerinin kendisine yaklaştığını duyan Henrik içinde oluşan kaçma içgüdüsüne karşı koyarak olduğu yere daha da sindi.Dışarı çıkan adamın gördüğü kadarıyla 1.70 civarı boyu ve biçimli bir vücudu vardı.Dışarıda park halinde bekleyen arabasının Lucy'e ait olduğunu zannetmesi için dua etmekten başka seçeneği yoktu.
Orta yaşlı kadını etkisiz hale getirmek için sürpriz saldırı kozunu kullanmaya karar verdi.Siyah bir kedi çevikliğiyle üstüne atladığı kadını boynunu kırmak suretiyle etkisiz hale getirmesi 1 saniyeden az zamanını almıştı.
Şimdi,Kol denen hergele neredeydi?
Melez içgüdülerini izlemeye karar verdi ve hastanenin daha iç kısmında kalan odaları tek tek kontrol etmeye başladı.En fazla yarım saat baygın kalacak kadın uyanmadan önce -Kol ile veya Kol'suz-buradan gitmesi gerekiyordu ki,adam zamanının an be an azaldığını hissedebiliyordu.
Umutları ufak ufak azalmaya başlamışken açtığı kapının ardında beyaz sedye tarzı bir yatağın üstünde uyuyan erkek sülietini gördü.Monitöre bağlı vücudun üstü yine beyaz bir çarşafla örtülmüştü.Morga yatırılan cesetleri andıran görüntü Henrik'in tüylerini diken diken etmişti.
Çarşafın altındaki vücudun iki yana sarkan kollarına baktı.Sol bilekteki beyaz bilekliği de o zaman fark etti.
"John Doe."
Kimliği belirsiz kişileri isimlendirmek için Amerikan eyaletlerinde kullanılan bu takma ad büyük ihtimalle buraya tesadüfen gelebilecek olası kişilerin adamdan uzak durmasını sağlamak amacıyla konulmuştu.Pek afilli bir önlem olduğu söylenemezdi.
Henrik sanki altındaki hayaleti yakalamaya çalışıyormuş gibi sertçe çarşafı çekti.
Kol'un sakin nefes alış verişi eroin ve LSD ile uyuşturulmuş vücuduna bağlı monitörden çıkan bip sesiyle bir harmoni içerisindeydi.Saçları sıfıra vurulmuş savunmasız hali Henrik'in içini sızlatmıştı.
"Ne yaptılar sana?" Diye mırıldanır mırıldanmaz kafasının içinde hissettiği acıyla dizlerinin üstüne çöktü.
Elleriyle kafasını sıkarken Lucy'nin uyanmış olacağını düşündü fakat boynunun 180 derece döndüğünü hissetmeden hemen önce Lucy'nin özel adamının geri geldiğini anladı.
Bahçeden duran masum bir araçtan içerde bir sıkıntı olduğunu anlayacak kadar zekiydi demek ki.
_____________________________
(Cameron)
Derin uykusundan uyandırılmış bir ejderha gibi hissediyordum.
Hope dışarı çıkmak için hazır ve nazır bir şekilde odama dalıp beni pek de etik sayılmayacak yöntemlerle kaldırmıştı.
Siyah kısa pileli bir etek giyip üstündeki kırmızı oduncu gömleğini de içine sokmuş.Altına da siyah ayakkabı giymiş.Saçlarını da dalgalı yapıp öndeki tutamları arkada birleştirmiş,güzel olmuş.
Kadın parfümü kokuları saçarak yakınıma gelip "Koğuş kalk!" Diye bağırdı.Tek gözümü açıp kıza şöyle bir baktıktan sonra cevap olarak üstümdeki pikeyi kafamdan yukarı çektim.
"Kalksana çocuğum akşam oldu!"
"Ne yapabilirim?"
"Yemeğe gideceğiz ya salak."
Binbir hakaret,Hope'un el ve ayak bileklerimden tutarak zorlamaları ve eşek ölüsü benzetmeleri arasında bir şekilde ayağa dikilmeyi başardım.Dolabımın önüne gidip ben uyurken Serra veya Natilda'nın düzenlemiş olması muhtemel giysilere göz gezdirdim.
Omzumun üstünden içeriyi süzen Hope "Kırmızı oduncu gömleğin varsa onu giysene,uyumlu oluruz." Diyip parmak uçlarının üzerinde yükseldi.
Asla.
Sonuç olarak koyu gri kot pantolonla baskılı bir tişörtte karar kıldım.Üstüne de pantolonun bir ton açığı renkte bir kot ceket aldım,bunalırsam çıkarırdım ne de olsa.
Erkek olmanın en iyi yanı da birkaç dakika içinde dışarı çıkmaya hazır bir hale gelebilme potansiyelimizdir.Nitekim ben Hope'un gözkapaklarını süsleyen Eyeliner'ı pandaya benzemeden sürmekle harcadığı süre içerisinde tüm işimi bitirmiş,çıkmaya hazırdım.
Hope merdivene oturarak boğazlı spor ayakkabılarımı ayağıma geçirmemi bekledikten sonra birlikte salona indik.Esther salonda bizi beklerken son rötuşlarını yapıyordu.Düz siyah bir elbise giymişti,oldukça geniş pileleri olan eteğin önü dizinin altında bitiyor ve arkaya doğru biraz daha uzuyordu.V yaka üst kısma hafif bir dekolte hakimdi.Kadınların buna taktıkları özel bir isim mutlaka vardır fakat ben elbisenin eteği kesimi yüzünden azıcık kabarıkmış hissi uyanıyor deyip burayı geçeceğim.Bir büyükanne ne kadar güzel olabilirse o kadar güzel olmuş açıkçası.
Dışarıda laf falan atmasalar bari.
(Hope)
Büyükannemi görünce güzelliğim nereden geliyor belli oldu deyip kendi egomu tatmin ettim.Elbisesi ise yakası V biçiminde, asimetrik etekli, düz ve siyah bir elbiseydi. Abartısız, gösterişten uzak ama tam bir zerafet timsaliydi.
Bizi kapıda görünce "Gelin bakalım.Hazır mısınız?" Diye sordu.
"Evet." Dedim."Çok güzel olmuşsun."
Bana dönünce omuz hizasındaki kalın sarı bukleleri hopladı.Hafifçe gülümsedi.
"Teşekkür ederim.Sen de öylesin."
Kadının ayağındaki ince topuklulara gözlerimden kalpler pörtleyerek bakarken diğer arkadaşlarımın kısa boylu ve buruş buruş büyükanneleriyle bu yaratığı karşılaştırdım.
Ruhi'nin bizi Serra'nın seçip rezervasyon yaptırdığı restorana bırakması kısa sürmüştü.İlçeden dışarı bile çıkmamıştık.
"Banyan Restoran" diye tuhaf bir isme sahip olan mekana girip yanımıza gelerek Türkçe bir şeyler söyleyen genç erkek garsonu takip ettik.Genç adam bizi simsiyah bir renge bürünmüş boğaz sularını gören balkona çıkarttı.Sonra da en kenardaki masayı işaret etti.Biz yerleşirken o da Türkçe-İngilizce yazılmış menüleri getirmişti.
"Ruhi mutlaka balık yiyin dedi." Dedi Esther.Cameron menüden kafasını kaldırmadan "Bu şehrin balığı en son iyiydi." Dedi.Mavi bakışlarını bize dikip "600 yıl öncesinden bahsediyorum tabii.Bana çok da güvenmeyin." Diye de ekledi.
"Balık olsun." Dedim.Esther "Aynen." Dedi.
Cameron da çoğunluğa uymaya karar vermiş olacaktı ki menüyü masaya bıraktı.
Biraz önceki çocuk masada duran menüleri toplarken Türkçe bir şeyler söyleyip bana döndü.
Aaa aa aaaa...
Kahramanım Esther basitçe çocuğa kendi dilimizde İngilizce bilip bilmediğini sordu.Çocuk hayır anlamında başını sallayıp arkasını dönerek içeri seslendi.
Ana dilinin uluslararası dil olmasının nimetlerinden bir kez daha faydalandık.Bir dakika sonra biraz daha büyük biri gelip bizimle bu akşam kendisinin ilgileneceğini söyledi.
Basitçe balık siparişi verdikten sonra Esther "Sizin özel bir içkiniz varmış sanırım.." Dedi.
"Rakıdan mı bahsediyorsunuz?"
"Ha..evet,bir de ondan alalım."
Adam özellikle biz gençlere şöyle bir alıcı gözle baktı.
"Üç kadeh mı olsun?"
Başlarımızı olumlu anlamda salladık.O kadar mı sertti ki bu rakı?
Neyse,bir daha deneme fırsatını nerede bulurum kim bilir?
Balıklardan sonra gecenin yıldızının sofraya gelmesi çok da uzun sürmedi.Yanında bir sürahi suyla küçük şeffaf bir şişenin içerisinde gelmişti.Kendisi de sudan çok farklı görünmüyordu.Hayretle tek kaşımı kaldırdım.Garsonumuz hafifçe güldü.
"Bunu içerken mutlaka su katmanız gerekir." Diye açıklama yaptı."İsterseniz bir tanesini ben hazırlayabilirim."
Dirseklerini masaya dayamış olan Esther eliyle zarif bir hareket yaptı."Buyurun."
Adam şişeyi açtı,ince uzun kadehin dörtte birini içecekle doldurup kalanını sürahiden doldurduğu suyla tamamladı.Şeffaf sıvı açık beyaza dönüştü.
"Gençler biraz daha az içki kullanmak isteyebilirler.Dikkatli olmanızı öneririm,hızlı içerseniz çarpar,büyük yudumlar da boğazınızı yakar."
Esther kibarca teşekkür edip garsonu gönderdikten sonra bizim kadehlerimizi makul gördüğü miktarda rakıyla kendi hazırladı.Sonra da ince uzun kadehleri ellerimize alıp tokuşturduk.
Kokusu çok hoş değildi,tadı da harika sayılmazdı.Ama bu kadar insan bunu içiyorsa hoşa giden bir yanı da olmalıydı.
Cameron güldü ve kafasıyla beni işaret etti."Bak nasıl bir kadehte murdar olacak."
Kadehi masaya bırakıp omzuna hafif bir yumruk attım.
_______________________________
New Orleans
Henrik şehir merkezine yakın ara sokaklardan birine park edilmiş arabasının yolcu koltuğunda uyanmıştı.
Arabayı olduğu yerde bırakarak abisinin evine yürüdü.Avluda daha yeni yeni baş ağrısından kurtulmuş olan Klaus kendisini karşılayan kişi olmuştu.
"Kimleri görüyorum." Dedi ve gülümsedi Klaus."Hoşgeldin kardeşim."
Henrik her zamanki ciddi tavrıyla direkt konuya daldı.
"Kol'un başı düşündüğümüzden daha büyük belada."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...