Henrik Mikaelson,sallanan sağ dizinin üstüne sol ayak bileğini yerleştirirken iç geçirdi.Bunu yaparken ayağı hafifçe sıra arkadaşı Penelope'un birbirinin üzerine atılmış bacaklarına değdi.Pardon demek için kafasını çevirse de bir eliyle kalemini çevirirken derse konsantreymiş gibi görünmeye çalışan fakat başaramayan Penelope'un rahatsız olmadığına karar verip vazgeçti.
Henrik dudaklarını büzdü ve annesinin biçimli dudaklarından dökülen Fransızca cümleye odaklanmaya çalıştı.
"Répète après moi."dedi köken cadı.Sonra da koroya işaret vermek için elini kaldırdı."Vous ne devriez pas fumer."
Bütün sınıf cümleyi koro olarak tekrar ettikten sonra "Bu kalıp ezberlenecek,sınavda sorarım." Dedi kendinden emin bir sesle.Henrik açık defterindeki konu başlığının yanına küçük bir yıldız çizdi.Penelope bu zahmete girmemişti.
Nihayet zil çaldığında genç kadın kurtuluşa erdiğini hissetti.
"Oh be,sonunda." Dedi Henrik'e,Esther'in duyamayacağı bir sesle.Henrik gülümsedi."Bu akşam boş musun?"diye sorunca Penelope bir kahkaha patlattı."Sence?" Diye sordu Henrik'in de eşlik etmeye başladığı kahkahasının arasında.Genç kadın tüm sınıfın dönüp ona bakmasından rahatsız olmadı.
"Tamam,bu saçma bir soruydu.Bir şeyler içmeye gidelim diyecektim."Dedi Henrik nihayet kahkahaları bittiğinde.Penelope evet anlamında başını sallamakla yetindi.
_______________________
Henrik bardan içeriye adım atar atmaz sigara dumanının kokusunu algıladı.Gözleri Penelope'ı ararken kızın oturduğu bar masasından elini salladığını gördü.O da elini gördüm anlamında kaldırıp indirdi ve masaya doğru ilerledi.
"Hey." Dedi enerjik bir sesle masaya otururken."Hey." Dedi Penelope,ve kavunlu içeceğinden bir yudum daha aldı.Henrik'ten yayılan pahalı erkek parfümünün hoş kokusu,cadı-vampir kızımızın çok hoşuna gitmiş olacaktı.Gülümsedi.
"Bu akşam çok yakışıklı olmuşsun." Dedi muzip bir ses tonuyla."Sen de çok güzelsin."dedi Henrik gülerek."Çok da hoş kokuyorsun." Dedi açıksözlülükle."Evet ben de bu parfümü seviyorum." Dedi.O sırada genç bir garson melezimizin içkisini getirdi."Sağolasın." Dedi genç adam,ellerini masadan çekip içeceğine yer açarken..
(Birkaç saat sonra)
Henrik ve Penelope,en az birkaç saat önceki kadar ayıktı.
Bardaki çoğu kişinin aksine gayet aklı başında bir şekilde oturup sohbete devam ediyordu.Barmen,boşalır boşalmaz dolduruğu onca bardak içkinin bu kadar genç görünen iki kişiyi sarhoş edemeyişine şaşıyordu.Penelope,"Ben bir lavoboya gitsem iyi olacak,bakalım nasıl görünüyorum."dedi be ayaklandı.Henrik'in başı olumlu anlamda sallanırken barmen,doldurduğu bardakları saymaktan birkaç saat önce vazgeçen barmenin bardağını tazeleyişini izledi..
Penelope,şık bir dinlenme odasını andıran kadınlar tuvaletine adım atar atmaz burnuna karmakarışık parfüm kokuları akın etti.Güzel kadının melez burnu,buraya gelen insan kadınların aksine her bir parfümün kokusunu ayrı ayrı hissetti.
Kadın,altın renkli çerçevesi olan aynaya yaklaştı.Lavobonun sensörlü musluğunun altında ellerini ve yüzünü yıkadı.Sonra da lavobonun hemen yanındaki uzun makyaj masasında makyajını tazelemeye başladı.Tuvaletin tavanındaki eflatun renkli ilginç avizenin yansıması,mermer masada ilginç ışık oyunları yapıyordu.Genç kadın saçlarını son bir kez parmaklarıyla tarayıp elbisesinin pudra renkli eteğindeki kırışıklıkları düzelttikten sonra arkasını döndü.
Güzel köken Rebekah Mikaelson ile de o an burun buruna geldi.
Rebekah ona onu sanki uzun yıllardır tanıyormuş gibi bakışlar atarken Penelope,"kusura bakmayın." Dedi.Rebekah kadının dediğini umursamadan omzundan geriye bakarak tek kaşını kaldırdı.
Penelope merakla arkasını döndüğü anda,sarışın köken,Penelope'un sarı yumuşak saçlarının çevrelediği solgun boynunu tek hamlede kırdı.
_____________________
"Ee,şu Meşhur Penelope bu muymuş?"
Penelope gözlerini yavaşça aralarken uğuldayan kulakları,tarih öğretmeninin o tuhaf aksanla bu cümleyi söylediğini algıladı.40'lı yaşlarının sonunda gibi görünen adamın yanında,aynı saç ve göz rengiyle ona benzeyen daha genç görünümlü bir adam vardı.Penelope onun da Britanya aksanıyla "Evet bu o." Dediğini duydu.
Kurşun gibi ağırlaşan kafasını kaldırmak için hiç bir zaman kullanmadığı kadar efor sarf etti."Kalkmışsın bakıyorum." Dedi daha genç olan adam,kadına yaklaşıp yanına diz çökerken."Ben..Neredeyim?Burası neresi?" Diye sordu Penelope zayıf bir sesle."Mikaelson malikanesindesin.Daha doğrusu malikanenin mahzenindesin." Diye cevapladı daha yaşlı olan adam,kollarını kavuştururken."Beni niye buraya getirdiniz?" Diye sordu az öncekinden biraz daha gür çıkan bir sesle."Çok fazla soru soruyorsun." Dedi genç olan."Ama bunu da cevaplayacağım ki beni kurbanının son isteklerini yerine getirmeyen bir piç olarak görmesinler.Buradasın tatlım,çünkü bir abi olarak,küçük kardesime bir ders vermek üzereyim."
_______________
"Annemin büyü kitabında yazana göre.." Diye devam etti yakışıklı melez."Sizin türünüze mensup kişileri öldürmenin tek yolu,kalbinize gümüş bir kazık saplamakmış.Kazık saplanıktan sonra,çıkarılsa bile,ölmeden önce birkaç dakikalık bir zamanınız oluyormuş."
"Beni öldüreceksin,değil mi?" Diye sordu Penelope,içinde korku olmayan bir sesle.Köken Melez kafasıyla onayladı."Şimdi değil.O burayı bulduğu zaman." Dedi."O" derken kimin kastedildiğini herkes biliyordu.
Sadece doğaüstü kulakların duyabileceği ayak seslerinin yankısı,malikanenin içini doldururken iki köken vampir bakıştı.Mikael,kemerinin içine sıkıştırılmış gümüş kazığı çıkarıp oğluna doğru attı.Klaus,gümüş kazığı kadının tam kalbine saplar saplamaz babasıyla birlikte vampir hızıyla kayboldu.
Penelope,kustuğu kanın genzine dolmasını engellemek için öksürmeye başlayınca,900 yıllık eşinin nihayet sesini duyan Henrik,vampir hızıyla odaya daldı ve dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti.Genç adam Penelope'un gittikçe grileşip çürüyen yüzünü ellerinin arasına alıp kucağına yerleştirdi.
"Aşkım.." Diye fısıldadı yanaklarından süzülen gözyaşlarının arasından.Penelope,Henrik'in elini tuttu.Henrik,uzun parmaklı zarif elini Penelope'unkine kilitledi."Tamam.Sorun yok." Diye fısıldadı Penelope yavaşça."Seninleyim.Sorun yok." Diye devam etti.Kolunu yavaşça kaldırıp boştaki eliyle Henrik'in kafasını kendininkine yaklaştırdı ve soğuk dudaklarıyla Henrik'inkilere bir öpücük kondurdu.Sonra da yavaşça son sözlerini fısıldadı:
"Seni Seviyorum."
Penelope yavaşça gözlerini kapattığında,vücudu daha da grileşti.Henrik,Penelope'un kafasını kutsal bir şeymişcesine yavaşça yere bıraktı.Sonra da rüyada gibi ayağa kalktı.Bu esnada Klaus da saklandığı yerden çıkmış,kollarını birbirine dolamıştı."Sen eskiden aileni her şeyden çok severdin.Ne oldu?Ne değişti?" Diye sordu yavaşça,sanki hiçbir şey olmamış gibi.Henrik,uğulduyan kulaklarıyla bu sözleri duyar duymaz vampir hızıyla Klaus'un üzerine uçtu ve peş peşe birkaç yumruk çaktı.Onu ittirdiğinde Klaus'un yapıştığı duvar parçalandı.Klaus moloz yığınının arasına düşerken Henrik "Seni O.. Çocuğu!" Diye bağırdı.Çarpmanın etkisiyle affallayan Klaus "Ağır ol bakalım!Unutma ben hala senin abinim.Bana edilen küfür sana da edilmiş sayılır!" Dedi ve alaycı bir sesle devam etti."Daha öğreneceğin çok şey var,küçük kardeşim."
Henrik'in jilet keskinliğindeki azı dişleri,kardeşlerinin dönüşümünün aksine,sanki biri bir düğmeye basmış gibi bir anda ortaya çıkarken iki bıçağın birbirlerine sürtündüklerinde çıkardıkları sesi çıkardı.Bu esnada gözlerinin altında kabaran damarlar ise bembeyazdı.Kardeşlerinden daha değişik ve kesinlikle daha korkunç bir görüntüydü.
Henrik vampir hızıyla Klaus'un yanına vardı ve onu bir bez bebek gibi fırlattı.Henrik'in onu kaldırdığı duvarın tam karşısındaki duvara toslayan Klaus hemen ayaklandı.Henrik öne Klaus arkaya doğru yürürken,iki melez de birbirlerine isabetli yumruklar çakıyordu.Henrik,Klaus'un karın boşluğuna bir tekme geçirince Klaus birkaç adım geriledi.Henrik'in kendisinin üzerine yürüdüğünü gören Klaus kolunu ters çevirdi ve elininin ters tarafıyla kardeşinin suratına bir yumruk savurdu.Henrik'in kafası yumruğun etkisiyle geriye savruldu.
Bu dövüşte Henrik'i avantajlı kılan başka bir ayrıntı da Henrik'in büyü gücüydü.Kafasının savrulmasıyla düzgün nişan alamayan Henrik,elini savurunca Klaus ileri uçtu.Henrik avcunu sıktı.Klaus'un kalbinin olduğu yerden doğru beyaz tişörtte kan lekesi oluşuyordu.Henrik,son anda abisinin kalbini sökmekten vazgeçti.Parmaklarını birini boğazlar gibi büktü.Sonra öteki kolunu kaldırıp aynı hareketi yaptığı elini babasına doğrulttu.İki köken Henrik'in hayali kollarından kurtulmaya çalışırken,en genç Mikaelson kardeşinin sert bir hareketle bileklerini çevirmesiyle ikisi de kırık boyunlarla yere yuvarlandı.
Odada üç cesetle yalnız kalan Henrik'in kulakları,mahzene giren Freya'nın topuklu ayakkabılarının sesini duydu.Vampir hızıyla ablasının önüne çıkan Henrik,tek,basit bir hareketle kadının boynunu kırdı...
_________________
Freya'nın kulakları arabanın teybinden çıkan müzik sesini algıladı.Ön koltuğun camına doğru yatırılmış başını kaldırmadan gözlerini açtığında,gözlerini yoldan ayırmayan Henrik'in ısırılmaktan kanamış dudaklarını,direksiyonu sıkmaktan kan toplamış ellerini ve yanaklarındaki gözyaşı izlerini gördü.Radyoda Within Temptation-Memories çalıyordu.Şarkının sözleri dokunmuş olacaktı.Şu anda düz bakışlarını boş ve virajlı yola dikmiş olsa da Freya,Henrik'in onun uyanacağını bildiği için bu yüz ifadesini takındığını biliyordu.
Freya duru bir aksanla "Ne oluyor?" Diye sorduğunda,kardeşi kafasını çevirdi ve babalarından aldıkları birbirlerinin aynısı lapis lazuli mavisi gözleri birbirlerine kenetlendi.
"Abime bir ders vermek istiyorum." Dedi Henrik,Klaus'un abartılı Britanya aksanını taklit ederek.Sonra tekrar kafasını yola çevirdi.Suratında küçük fakat sadist bir gülüş yayıldı."Unuttukları şey," dedi ve devam etti."Benim artık o küçük,zayıf oğlan olmadığım.Hala ailenin en küçüğü olarak oyuncak gibi oynatılabileceğimi sanıyorlar.Sen bilmezsin,küçükken çok efendi bir çocuktum ben.Ama o çocuk abisinin onu kurtlara yem ettiği gün öldü.Sonrası malumun zaten.Yarı vampir yarı cadı bir canavara dönüşmüştüm."
Freya anladığını işaret eden olumlu baş sallamasından sonra,kafasını cama çevirdi ve çoktan kararmış dışarıyı izlemeye başladı.Bu esnada radyodaki şarkı değişmiş,Lana Del Rey'in o umursamaz sesiyle yavaş ve ürkütücü bir geri plan melodisinin birleştiği "Once Upon A Dream" çalmaya başlamıştı.
"I know you,I walked with you once upon a dream."
Dışarısı ıssız bir ormandı.Ağaçlar camın önünden akarken küçüklüğünde onu korkutan hayalet şekillerine bürünmüştü.Şarkı gittikçe ürkütücü ve sinir bozucu olmaya başlamıştı.Arabanın içi de dışarısı kadar karanlıktı,doğaüstü bir görme yeteneğine sahip olan Henrik,diğer her şey gibi trafik kurallarından da soyutlanmış gibi ıssız olan yolda farları açma gereği duymamıştı.Freya kaçırılmıştı,diğer ayrıntılarla birleştiğinde olay genç kadının gözünde olduğundan daha korkunç görünmüştü.
"But if I know you,I know what you'll do."
Genç kadın,camda bir parıltı görmesiyle Henrik'e döndü.Yakışıklı adam,kararlı bir tavırla cep telefonunun kilit ekranını açtı.Böylesi ıssız bir yerde telefonla birine ulaşılabilmesi Freya'ya çok tuhaf gelmişti.Genç kadın adamı izlemeye devam ederken Henrik,cep telefonuna bir kez daha dokunup telefonu kulağına götürdü.Karşı taraf telefonu saniyesinde açtı.Henrik'in dudaklarında biraz önceki gülüş belirdi.
"Merhaba Niklaus." Dedi kısık ve aceleci olmayan sesiyle.Klaus'un bağıran sesi Freya'yı yerinden zıplatacak kadar yüksek geldi.Bununla birlikte Henrik,telefonu kulağından bir santim bile uzaklaştırmamıştı.Adamın bağırması,onun hiçbir kasını yerinden oynatmamıştı.
-NEREDE O?
-Kim nerede?Her neyse.Babamı verir misin?
-Neyin peşindesin?
Klaus'un kısık sesi biraz önceki bağırmadan çok daha korkunç ve tehditkardı.
-Hoperlöre al telefonu.
Klaus söyleneni yaptı.Şimdi,sinirden kudurmuş olan Mikael da dahil,bütün Mikaelsonlar onu duyabiliyordu.
-Freya'nın sesini duymak istersiniz,değil mi?Buraya bir merhaba der misin..Freya!?"
Henrik,kadının saçlarından tutup melez gücüyle telefona yaklaştırınca,Freya direndi.Henrik,kadının başına biraz daha baskı uygulayınca,Freya "AH!" Diye bağırdı.
-Neyse.Pek keyfi yok sanırım.
Henrik eğleniyordu.Freya,dağılmış saçlarının arasından kardeşinin bundan ne kadar zevk aldığını görebiliyordu.
"Freya,kardeşlerin arasında kan emici bir canavar olmayan tek kardeşimiz." Dedi ve devam etti. "Bu yüzden babam en çok onu seviyor.Küçük,sevimli Freya,korunmaya muhtaç ve masum.O bir canavar,bir yaratık,bir kan emici değil.Babam onu seviyor çünkü Freya o onun gibi değil.Bizi sevmiyor çünkü biz onun gibiyiz.Freya'da kendi insanlığını görüyor,biz ise annemle yaptığı dev bir hatadan ibaretiz...
Hmm.Ne oldu baba?Birşey söylemeyecek misin?Normalde kendine hayatta bunları söyletmezdin."Henrik'in gittikçe yükselen ses tonu sonunda bağırışa dönüştü."NE OLDU?ZORUNA MI GİTTİ?DUYGULARINA TERCÜMAN OLUNMASINI İSTEMİYOR MUSUN?YÜZÜNE VURULMASI ZORUNA MI GİDİYOR?YOKSA DİLİNİ Mİ YUTTUN?HA!?"
Mikael,Klaus'un elinden telefonu kaptığı gibi kulağına götürdü ve çocuklarının bile ondan beklemeyeceği kadar yüksek ve korkunç bir sesle bağırdı.Öyle ki Rebekah kafasını çevirirken Hope bir adım geri atmıştı.
"BANA BAK LANET OLASI HERİF!KIZIMIN KILINA DAHİ ZARAR VERİRSEN.."
"NE OLUR?DÖVER MİSİN BENİ?GEL DE DÖV BAKALIM.GELSENE."
Sonra histerik bir kahkaha attı ve sakin bir sesle devam etti.
"A pardon.Nerede olduğumuza dair hiçbir fikrin yoktu değil mi?Hadi git de bir cadı sana bir yer bulma büyüsü yapsın.GEÇ KALDIN."
O anda aldıkları viraj,yolun kenarına yakındı.Freya alttaki gölü gördü.
"Sana karşı dürüst olacağım baba.Arabada Freya'yı öldürmeye yarayan üç element var.Tarihte Vikingleri yenebilen devlete mensup birinin külleri,Freya'nın vatanından toprak,ve ondan vazgeçerek kalbini kıran annemin kanı.Hepsi bagajda."
Freya bunları duyar duymaz çığlığı bastı.Panik halinde 200 le giden arabanın kapısını açmaya kalkıştı.Henrik boş eliyle kadını kolayca etkisizleştirdi.Sonra da telefonu kapattı.Avcundaki telefonu sıkmasıyla I phone telefon tuzla buz olmuştu.Artık onlara ulaşmak imkansızlaşırken,Henrik öteki bileğini eliyle ısırıp kadına zorla bileğindeki kanı içirdi.Henrik,Freya'nın kafasını geriye doğru attı.Freya'nın kafası cama toslarken Henrik,yumuşakça alınması gereken virajın üstüne doğru arabayı son hızla sürdü.Sol elini kaldırıp yumruk yapınca Freya'nın emniyet kemeri onun hareket kabiliyetini yüzde sıfıra indirecek şekilde sıkıldı.Freya nefessiz kalırken araba son hızla göle uçtu..
______________________
Mikael,kucağında kızıyla avludan içeri girerken bütün ev halkı ayaklandı.Klaus hemen peşlerinden avluya girenlerdendi.Hope,babasını görür görmez koşup ona sarıldı.Klaus kızını kollarıyla sardı ve saçlarına bir öpücük kondurdu."O nerede?" Diye sordu Finn."Kaçmış." Dedi Klaus yavaşça.Mikael kızını yavaşça daha birkaç saat önce Penelope'un bedenin yattığı yere yatırdı.Rebekah ablasının yanına gitti."İyi olacak mı?" Diye sordu yavaşça.On anda umutsuzca kızına bakmakta olan Mikael,yavaşça "bilmiyorum." Diye cevapladı.
Freya birdenbire gözlerini açtığında yüzünde Henrik'inkinin aynısı bembeyaz vampir hatları belirdi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...