Bölüm Playlisti:George Michael-Careless Whisper (Baştan itibaren bir kere)
Mahmut Orhan-Feel ft. Sena Sener (Söylediğim yerden sonra bir kere)*:"Bir daha asla dans etmeyeceğim,suçlu ayakların hiç ritim duygusu yok." (Careless Whisper'dan)
I am never gonna dance again,
Guilty feed have got no ryhtm.*
"Yok cidden." Diye düşündü Klaus."Sarhoş ayakların da yok."
Eskiden müzik daha güzeldi sanki.Şimdikilerin aksine insanı canlandırmaktan çok mayıştırıyordu.Son milenyumu şöyle bir gözden geçirince 80 ve 90'ların müzik için en iyi yıllar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi Klaus.
Saksafon solosunun ritmiyle kafasını sağa sola çevirmeye başladı.Parmaklarının arasındaki yarısından çoğu içilmiş sigaranın dumanı zaten kısılmış olan gözlerinin görüşünü iyice bloke ediyordu.
Bir daha asla dans etmeyeceğim diyip duruyordu solist.Klaus öyle diyenleri çok görmüştü.Hepsinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıydı oysa.Herkes eninde sonunda o dans pistine dönüyordu."Aşk manyağı aptallar." Diye düşündü Klaus.Kendisi O-Malum-Sarışın'dan beri aşk denilen saçmalığa ihtiyacı olmadığını fark etmişti.O günden beri de iyice tek tabanca yaşamaya alıştırmıştı kendini.
Kapı çalınmadan açılınca kapalı gözlerinden birini açtı.Zar zor algılayabildiği ince uzun vücutlu erkek sulieti yalpalayarak yatağa gelip yanına uzandı.
"Beni buna sen alıştırdın." Dedi Klaus parmaklarının arasındaki sigarayı sallayarak."
"Bir şey olmaz sana." Dedi Finn."Kızlarımızın arkasından yakmayacağız da kimin arkasından yakacağız?!" Diye ekledi adamın kendisine uzattığı paketten bir sigara alırken.
Klaus boştaki eliyle yatak başlığının üstünde ritim tutmaya başladı.
"Tek aşkımı gönderdim bugün." Dedi yavaşça."Göz göre göre gitti.Yine."
"İkimizi bir tutan şey de bu ya işte Nik." Dedi adam.Uzun zaman sonra ilk kez kardeşinin kısa adını kullanmıştı."Benzer acılar."
Yan taraftaki odadan biri duvara toslamış gibi bir ses gelince Klaus henüz kapattığı gözlerini bile açmadan gülümsedi.Çok da umurundaydı sanki.
İleride bundan çok pişman olacaktı oysa.Küçük fakat korkunç görünümlü yarasa hedefe sert bir iniş yapmıştı.Bunun pratiğini yapması lazımdı.
Eve girmenin tek yolu yeğeni kırdıktan sonra yeni cam takılmayan adamın eski odasıydı.
Yaratığın deri kanatları şaklayarak açıldı.Uçuş boyunca tüm varlığıyla orada olan Kol'un gözünün önüne yarasanın sulieti gelip kaybolunca kapattığı gözlerini açtı.İnsan vücudu çıplak bir şekilde yerde yatıyordu.
Temel bir içgüdüyle eski gardroba saldırıp eline geçen ilk pantolonu ayaklarına geçirmişti.Üstüne bir şey giymeye gerek görmeyince doğruldu.
Kapıya kadar yalpalasa da bir şekilde bacaklarının kontrolünü ele geçirmeyi başarmıştı.Yan odadan gelen müzik sesini görmezden gelerek kapıyı açtı.Nefes almaktan bile korkarak dışarı çıktığında su yeşili gözler hiç de tanıdık gelmeyen mekanı taradı.
İçgüdülerine güvenmekten başka şansı yoktu.Ahşap merdivenlerden inerken elinden geldiğince temkinliydi.
İki kadın ve iki adamın konuşma sesleri içgüdülerinin gitmesini işaret ettiği ana salonun yanında kalan başka bir odadan geliyordu.Hararetli hararetli konuşan kişilerin kendisini duymamasını umut ederek salona girdi.
Lucy ufak bir yer bulma büyüsüyle kazığın yerini saptamıştı.Genç melezin zihnine konumu yerleştirmek ise biraz daha uzun bir işti haliyle.Ama sonuçta işe yaramış,Kol'un kazığı eliyle koymuş gibi bulmasını sağlamıştı.
Uzun parmaklarıyla kazığı kavrayan adam eve giriş yaptığı pencereye koştu.Tekrar yarasa formuna dönüşmeden önce yere bıraktığı kazığı pençeleriyle sımsıkı kavrayarak evden çıktı.
_________________________________
(Cameron)
Neredeyse 9 saatir John F. Kennedy Havalimanı'dan kalkan uçağın içindeydik.Esther bu kez kırmızı zarfla verilen biletleri aldıktan sonra uçuşun 10 saat süreceğini söylemişti,fakat nereye gideceğimizi HALA bilmiyorduk.
Hope 1 saat öncesine kadar kafayı yemek üzereydi.Esther ise Nuh diyor peygamber demiyordu.Sanırım bu tahmin oyunu hoşuna gidiyor.Kafasını olumsuz anlamda sallarken sırıtmaya başlıyordu.
Neredeyse kimseyi içeri almayan Kuzey Kore ve henüz sivil halkın ulaşımına açık olmayan Jüpiter bile Hope'un tahminleri arasındaydı.Bunlardan da olumsuz sonuç çıkınca sonunda vazgeçip kafasını yan tarafa yerleştirdi.Sanırım uyuyor.
Ben de kulaklıklarımı kulağıma geçirip müzik dinlemeye karar verdim.Büyükannem de çantasındaki kitabı okumaya girişti.
Ayak ucumdaki çantaya dokundum yavaşça.Bunu yapar yapmaz da kalp atışlarımın istemsizce hızlandığını hissettim.Esther kafasını bana çevirmeden önce kadının bir şey fark etmemesi için dua etmeye zaman bile bulamamıştım.
"İyi misin?" Diye sordu arkasından yaklaşan karıncayı bile hissedebilecek kadar keskin hislere sahip süper-vampir.
Yutkundum."İyiyim ya,biraz başım döndü.Hasta mı olacağım nedir?"
Esther Hope'un üzerinden uzattığı elini anlıma yerleştirdi.
"Ateşin yok.Saat farkından olabilir mi acaba?Ya da basınçtan."
Başımı olumlu anlamda salladım."Evet büyük ihtimal."
"Eve varınca uyursun." Dedi kadın."Oraya vardığımızda öğle vakti olacak gerçi ama,birkaç saat kestirebilirsin en azından."
"Nerede şu ev söylemez misin artık?" Diye sitem ettim.Kadın yine sırıttı."Ha-yır.." Dedi melodik bir sesle.
"Sürpriz olsun istiyorum.Zaten az yolumuz kaldı."(İkinci şarkıyı açabilirsiniz.)
İç geçirip Playlist'imdeki rastgele bir şarkıya dokundum.Sena Sener'in "Feel" şarkısı denk gelmişti.Şarkı Deep olduğu için resmen sarhoş ediyordu.
Kemanın girdiği yerde cam kenarına yerleştirdiğim parmaklarımla ritmi tutturdum.Üstünde uçtuğumuz deniz birden kesildi ve uzun binalarla bezeli yerleşme yeri havadan daha değişik bir manzara sunmaya başladı.Binaların arasında daha geniş yuvarlak çatılı yapılar göze çarpıyordu.
Birden uçağımız alçalınca kulaklıklarımdan birini çıkarıp büyükanneme baktım.O ise muhteşem ses tonlu pilotumuzun anonsuna kulak vermişti.
"Altımızda kalan manzarayı size daha yakından gösterebilmek adına 4500 metreden 3970 metreye alçalmış bulunmaktayız.Pencerelerinizden bakacak olursanız Asya ve Avrupa kıtalarının birleştiği İstanbul Boğazı noktasını görebilirsiniz."
Kafamı hemen pencereye çevirdim ve en son 6 yüzyıl önce içinde bulunduğum ConstantinoPolis'i tepeden izlemeye başladım.
İstanbul tabii.Nasıl tahmin edemedim!?
Esther hafifçe omzuna dokunarak kuzenimi kaldırdı."Geldik mi?" Diye sordu kız hafifçe gerinirken.
"En fazla 15 dakika fazladan uyumak mı yoksa bu manzara mı?" Diyerek kenara çekildim.
"Bakayım..Oha!"
Kafasını sırıtan büyükanneme çevirdi."Burası şey değil mi.."
"İstanbul." Dedi Esther.Sonra da arkasına yaslandı."Eve hoşgeldiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...