"Ben senden vazgeçmem,ışıkları söndürseler bile.Korkuma yenilmem,ellerim kollarım tutmasın isterse.."
-MangaSağanak yağmur,sarı renkli lambalarla aydınlatılmaya çalışılan ıssız sokağın eski asfaltındaki çukurlara doluyordu.
Siyah deri çizmelerinden biri bu minik çukurlara girince etrafa ve bacağına su sıçratan kadın,buna aldırmadı.Elinden sımsıkı tutan adamla birlikte koşmaya devam etti.Girdikleri çıkmaz sokağın sonuna dek,sanki onları bekleyen acımasız kaderden de bu yolla kurtulabilecekmiş gibi koştular.
Kadının diz üstü siyah elbisesi,ona hareket imkanı verecek kadar geniş bir eteğe sahipti;adam ise herhangi bir kıyafetle kilometrelerce koşabilecek güce sahipti,en azından o anlığına.
Kadının,ortasında altın rengi halkalar bulunan lacivert bakışları önlerini kesen duvarı süzdü.Duvar giderek bulanıklaştı,o arada adama çevirdiği gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.
Adam acı acı gülümsedi ve kadını kollarının arasına çekerek sımsıkı sarmaladı.Hala devam eden yağmur nedeniyle sırılsıklam olmuş sarı saç tutamlarına siyah başını gömdü.
"Böyle mi bitecekti?" Diye sordu kadın,adam genzindeki kaşıntıyı öksürerek göndermeye çalışırken."Bir çıkmaz sokakta,sağanak yağmurun altında.."
Adam bir kez daha acıyla gülümsedi.
"Ölmek değil seni yalnız bırakmak beni korkutuyor."
Bunları söyledikten sonra gelen öksürük krizi,korktukları şeyin yaklaştığını haber verir nitelikteydi.Kadın,ince elini adamın sırtına yerleştirip dengede tutmaya çalışsa da,ayakta durmaktan vazgeçen adam,kendini sırtüstü ıslak zemine bıraktı.
Kollarının arasında tuttuğu adamın başını ellerinin arasına aldı.Adamın suratına düşen siyah perçemleri arkaya iterken hıçkırmasına engel olamadı.
Söylemek istediği fakat dudaklarından bir türlü dökülmeyen şeyler,kalbinin ortasındaki kırık cam parçaları gibi acı veriyordu.Yutkundu.
"Bunu..izlemek zorunda..değilsin."
"Seni bırakamam." Dedi kadın yavaşça."Bırakmam."
"Evet" dedi adam."Bırakabilirsin.Bunu izlemek zorunda değilsin."
Kadın olumsuz anlamda başını salladı."Hayır."
Adamın simsiyah kirpikleri kırpışarak kapandı.Kadın bir kez daha hıçkırdı ve yağmur damlalarının düştüğü gökyüzüne çevirdi ağlamaktan ağrıyan başını.
"Seni seviyorum."24 SAAT SONRA
Bugün çocuklarım öldü.Ya da dün de olabilir.Bilemiyorum,zaman kavramını kaybetmiş gibiyim.
Uçak biletim biraz aceleye gelmişti.
Aslına bakarsak her şey biraz aceleye gelmişti.Çocuklarımı kaybetmem,eve dönüp o ilk şoku atlatmaya çalışma denemelerim...
Fazla değil,18-19 yıl kadar önce biri karşıma geçip de "bir gün Klaus dahil bütün çocukların ölecek ve sen yas tutacaksın." Deseler kahkahayla gülerdim herhalde.Hayatım saçma sapan bir gayeye bağlıydı.Çocuklarının ölümüne bile tepki veremeyecek kadar duygusuz bir adama dönüşmüştüm.
Tabii sonra Klaus'un gerçek babası olduğunu öğrendiğim o an geliyor ki,Dahlia'nın kurduğu her bir kelimeyi sonsuz hayatım boyunca asla unutamam..
İngrid nelerin döndüğünü hissetmiş olacak,olaydan kısa bir zaman sonra beni aradı.Onun da İstanbul'a gitmesine karar verdik.Benden önce varacağı için ben gelene kadar konuşmayacaktı.
Düşüncelere dalmanın her şeyi daha da kötüleştireceğini bildiğim için düşünmemeye çalıştım.Fakat yolum çok uzundu ve kendimi engellemek çok zordu..İngrid'in İstanbul'daki eve ulaşmak için Cameron'un ona konum atması gerekmiş.O da aynı konumu benim telefonuma attığı için taksiciye telefonu şöyle bir göstermem evi bulmak için yeterli olmuştu.
Evin hizmetçisi kapıyı açtığında ona basitçe Esther'i çağırmasını istedim.Esther gelip şaşkınlıkla "Mikael?!" Deyince ise suratıma zorarki bir gülümseme yerleştirip "Sürpriz." Dedim.
"Baskın mı var?Dün de İngrid çıkageldi."
"Gerçekten mi?" Dedim salağa yatarak."Haberim yok."
"Evet." Dedi ve onu takip etmemi işaret ederek balkona çıktı."Damon ile baya kötü bir kavga etmişler galiba.İngrid de basıp gelmiş,öyle dedi."
Bir şey çaktırmamış sanırım.İyi,aferin ona.
"Şimdi nerede?" Diye sordum.
"Yukarıda,çocuklarla." Dedi ve güldü."Sen gelir gelmez Hope'a koşmayınca bir miktar şaşırdım açıkçası."
"Torunlarımın arasında ayrım yapmıyorum ben."
Dudaklarını büzdü."Eminim öyledir."
Ellerini tuttuğu korkuluklardan çekti ve birkaç adım geride duran koltuklardan birine oturup bacak bacak üstüne attı.Ben de öteki koltuğa oturdum ve göz temasından olabildiğince kaçınmaya çalıştım.Anlardı yoksa.
Temmuz güneşi yedi farklı tepe tarafından çevrelenmiş şehre veda ederken gökyüzünü yumuşak bir kızıla boyamıştı.İçimde ağırlık yapan bu yükten kurtulmak için doğru anı bekliyordum.Fakat en sonunda beklemenin faydasız olduğuna karar verdim ve koltukta hafifçe yan dönerek söze girdim.
Duyduğuma göre Davina ölmemişti,fakat boyundan aşağısı tutmuyordu.Esther'in bu kısmı da merak edeceğini bildiğim için özellikle öğrenmiştim.Olayı özet geçtikten sonra bu informasyonu da ekledim.
Esther yeşil gözlerini kucağında birleştirdiği ellerine dikmişti.Boş boş tırnaklarını süzüyor,arada da sanki söylediklerimi yeni anlıyormuş gibi gözlerini kocaman açıyordu.
Sözlerim sona erdiğinde aramıza bir sessizlik çöktü.Yutkundum ve elimi uzatıp kadınınkileri tuttum.Beyaz parmakları ağır ağır hareket edip benimkileri kavradı.
En sonunda yavaşça çocuklara nasıl söyleyeceğimizi sordu.
Açıkçası hiçbir fikrim yoktu."İngrid biliyor." Dedim sadece.
Arkamızdan gelen ayak seslerine dönünce hızlı hızlı balkona gelen Hope'u gördük.
Neşeli çıkartmaya çalıştığım sesimle "Ben geldim!" Dedim fakat elini havaya dikip başını hafifçe öne eğerek "Doğru mu bu söylediklerin?!" Diye haykırdı.
Derin bir nefes alıp verdim.Saklamanın kimseye faydası yoktu.Başımı olumlu anlamda saklamakla yetindim.
Hope topuklarının üzerinde dönerek dış kapıya koşturdu ve tek kelime söylemeksizin kapıyı çarpıp dışarı çıktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...