Multimedya:Doğan Apartmanı çatısı.
Norman Reedus Frederick Chaselt rolünde.
Bölüm Playlisti:
Chopin- Nocturne No.20 in C-Sharp Minor (Cameron'un çaldığı şarkı)
Yüksek Sadakat:Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer
(İkisi de söylediğim yerde)"Saklanmak için ideal yerleşimler olan metropoller,kaçaklar için tasarlanmış gibidir.Çünkü insanları birbirinden yalıtır,koparır,ayırır.Dolayısıyla bir tür cezaevi işlevi de görürler."
[Ruhi Mücerret-Murat Menteş]40.yaşını 6 ay sonra kutlayacak olan Frederick Chaselt,Atatürk Havalimanı'nı İstanbul'un şehir merkezine bağlayan sahil yolunda hızla ilerleyen taksinin penceresinden boş gözlerle dışarıyı izliyordu.
İnceden bir yağmur başlayınca,cam sileceklerinin sesini dinleyen adam birden yorulduğunu hissetti.Sağ tarafında kalan Marmara Denizi'ndeki yatların ve limana girip çıkan dev tankerlerin ışıklarını görebiliyordu.
Taksinin üzerinde ilerlediği 15 kilometrelik yol -Kennedy Caddesi- pek çok insana göre Avrupa'nın en güzel yollarından biriydi.Frederick tüm o insanlara hak vermişti.
Taksi onu adresini verdiği otele bıraktı.Adam mütevazi sayılabilecek otele hızlıca check-in yaptırdıktan sonra sade dekore edilmiş odasına çıktı.
Fazla büyük olmayan valizini yere bıraktı.Büyüler için gerekli malzemeler,seyahat için gerekli belgeler ve alelacele tıkıştırdığı birkaç kıyafet dışında eşyası yoktu.
Karamel renkli yatağın üstüne önce oturdu,sonra uzandı.Hafif kirli sakalını sıvazlayarak işe koyulmak için gereken enerjiyi toparlamaya çalıştı.Dışarıdan gelen yağmur sesini dinlerken kahverengi gözleriyle tavanı izlemeye başladı.İstanbul Teknik Üniversitesi yakınlarındaki otel fazla şaaşalı olmasa da şüphesiz rahat yatakları vardı..
_______________________________
(Birinci şarkıyı açabilirsiniz)
Bu esnada Hope,Frederick'in otelinin de içinde bulunduğu Beyoğlu'nun altında kalan Ortaköy'ü resmediyordu.
Yalının 3. Katındaki piyano odasındaydı.Pencerenin önünde durmuştu,gördüğü manzarayı birebir aktarıyordu tuvale..
Bu esnada odadaki en dikkat çeken mobilyanın başında duran Cameron ise önündeki nota defterinde yazan şarkıyı çalmaktaydı.Pek sıkı bir klasik müzik hayranı olmayan Hope'un etkilendiği söylenebilirdi.
Genç kız delikanlıya takılmak amaçlı "Anladık Cameron,çok havalısın,çok elitsin.Of en mükemmel sensin,tamam." Dedi ve hafifçe güldü.
Yumuşak piyano sesi ani bir finalle kesildi.Genç adam gözlerini bir saniyeliğine kapalı tutup açarken ellerini piyano klavyesinden çekmemişti.
"Biliyorum.Keşke aynı şeyi senin için de söyleyebilsem." Derken kafasını kızdan tarafa çevirip dudaklarının sağ kısmını kıvırdı.Bu tuhaf,kötücül sırıtış ve dolayısıyla ortaya çıkan gamze babasından ona miras kalmış özelliklerdi.
Hope ellerindeki fırça ve paleti yanındaki sehpaya bıraktı.Ellerini sakin sakin birbirlerine sürterek boya kalıntılarından kurtulurken "Güzel çaldığını itiraf etmeliyim sanırım." Dedi.
"Ben de senin güzel çizdiğini itiraf etmeliyim." Dedi delikanlı yerinden kalkarken.Ellerini arkada birleştirdi ve sergi gezen bir sanatçı edasıyla ağır ağır yaklaştığı tabloyu incelemeye başladı.Genç kız çocuğu "Dikkat et,ıslaktır." Diyerek uyarma ihtiyacı hissetti.
Hope piyanonun başına oturmuştu.Cameron genç kızın ellerinden çıkma eseri incelemeyi bitirdikten sonra kızın yarısını kapladığı uzun banka oturdu ve tembel tembel şarkıyı çalmaya devam etti.Kız ellerini kucağında birleştirip kuzeninin uzun parmaklarının tuşlar üzerinde gidip gelişini izledi.
Cameron,zihninde birdenbire patlayan sarı flaşların etkisiyle sarsıldı.Ellerini klavyeden çekip ağrı saplanan kafasını tutarken dişlerini sıktı.
Hope sağ elini Cameron'un omzuna yerleştirdi."İyi misin!?"
Cameron sarı flaşlar arasında fazla net olmayan bir erkek sülieti görmüştü.Bu sülietin sahibinin kendi yaptığı büyüyü bozmaya çalıştığını,ve yüksek ihtimalle de başarılı olduğunu anlaması için dahi olması gerekmiyordu.
"Adam büyüyü kırmış olmasa bile bu hızla beni ezip geçmesi 10 dakikadan fazla zamanını almaz." Dedi Cameron.
Hope arkalarında kalan kapıyı yokladıktan sonra sesini alçaltarak "Ortalığı yargaraya vermeye ihtiyacımız yok.Esther'in elimizde ne olduğunu öğrenmesine ise hiç ihtiyacımız yok." Dedi.Cameron,"Kurşunları öğrenirse öfkeden küplere biner." Diye mırıldandı.Hope başıyla onayladı.
"Silahla ne yapacağız bilmiyorum,fakat evde de durduğumuz her saniye tehlikedeyiz.Dışarı çıkmamız lazım."
"Dışarıda hava karardı.Evdekileri atlatmak mümkün değil."
Cameron bir saniyeliğine yere çevirdiği gözlerini kocaman açarken başının üstünde beliren hayali bir ampul eşliğinde kıza döndü.
"Bir yolu var."
"Neymiş o?" Diye sordu kız merakla.Cameron boğazını temizledi.
"Bir büyüyle Esther'i uyutabilirim.Öyle bir şey olur ki,biz istediğimiz sürece Esther uyku modunda kalır,eve döndüğümüzde ise büyüyü bozarım."
"O şey dediğin kadar basit mi sandın?!"
"Sen beni güçsüz mü sandın?Saklanma büyüsü Esther'i ikna edecek kadar iyi olmuştu,değil mi?"
Daha iyi bir seçenekleri olmadığını anlayan Hope,çaresiz öneriyi kabul etmek zorunda kaldı..
_________________________________
Venedik
İngrid Mikaelson,iki yanı küçük köprülerle birbirine bağlanmış akarsu şeklindeki caddeyi hayran hayran süzüyordu.Elinden tutan Damon ise suratında aptal bir gülümsemeyle kafasını sağa sola çevirip duran genç kadını izliyordu.
İstanbul için Boğaziçi neyse Venedik için de içinde bulundukları Grand Kanal oydu.Minik şehrin kalbi tam da o caddede atıyordu.
İngrid Damon'la arasına 10 cm kadar mesafe koymuş,arada kalan birbirlerine kenetli ellerini küçük bir kızmış gibi sallıyordu."Küçükken babamla böyle yapmayı çok severdik." diyip alelacele "Üvey babamla tabii." Diye de eklemişti.
"Şehri beğendin galiba." Dedi ve gülümsedi Damon.
İngrid "Evet,çok güzel." Diyip sarışın kafasını yukarı aşağı sallamıştı.Kafasını eğip siyah ince topuklu botlarının -bu ayakkabıları da küçük halasına uyup almıştı- eski yürüme yolunda birbirlerini tekrar etmesini izlemişti.
Dizlerinde biten şifon elbisesi ve siyah deri ceketiyle bir prenses kadar zarif,fakat bir prensesin olamayacağı kadar da rahattı.21.yüzyıl modasını kolay benimsemişti kızımız.
Sonunda San Marco meydanına ulaştıklarında,İngrid etrafa daha kolay göz atmak amacıyla bir saniye duraksadı.Gözleri üstteki San Marco Katedrali'ni görmek için yukarı kalkınca sarı kirpikleri kaşlarına uzandı.
"O baktığın şey San Marco Katedrali." Diye bilgi vermeye başladı Damon."12.yy'da yapılmış.Meydanın iki ucunda gördüğün şu ikisinden biri ise.." Derken parmağıyla iki görkemli sütunu gösterdi."Şehrin koruyucusu kabul edilen Bizans kraliçesi Teodora'nın heykelidir.Öteki de sonraki koruyucu San Marco'yu temsil eden bronz bir aslan heykeli."
Boğazını temizleyip meydanda ilerlemeye başladı."Şimdi ise bir nebze soluklanıp biraz kahve içmek amacıyla Cafe Florian'a gideceğiz.Bu cafe burada 1720'den beri hizmet veriyor." Dedi.Sonra da bir sır veriyormuş gibi kadının kulağına eğilip "Klaus amcan buranın açılışını hatırlar mı merak ediyorum." Dedi sessizce.Kadın güldü.
"Onun o tarihte burada olup olmadığını biliyor musun ki?"
Damon dudaklarını bükmekle yetindi.
"Kahveden sonra da kısa bir şehir turuna çıkarız.Gondolla." Deyip gülümsedi.
______________________________
İstanbul
Cameron,Esther'i kuzeninin yardımıyla ebeveyn yatak odasının dev yatağına yatırdı.Esther'in büyü kitabında rastladığı bir iksiri kadının içeceğine katmıştı ve kendini bir alçak gibi hissediyordu.Nitekim Hope da ona doğru bakıp "Kaltağın erkekler için bir karşılığı var mı?" Diye sormuştu.
Kıta değiştirmek kafa karıştırmak için iyi bir taktikti.Karşıya geçmek için kullanabilecekleri seçenekleri hızlıca kafalarından geçirmişlerdi:Vapur?(Sonuncuyu kaçırmış olmalıydılar.)Marmaray?(Cameron'un beline sıkıştırılmış bir silah varken oraya giremezlerdi.)Yüzmek?(Bir düşünelim..Hayır.)
Sonunda taksi kullanmaya karar verdiler.Bindikleri taksinin şoförü İngilizce bildiği için şanslı sayılabilirlerdi.Cameron direkt kendi evlerinin olduğu semtin karşı kıyısının adını verdi;evden çok da uzaklaşmış olmayacaklardı böylece.
İstanbul'un bir diğer meşhur özelliği olan Eve Dönüş Trafiği'ne kalmadıkları için adamın onları Kadıköy'e ulaştırması fazla uzun sürmemişti.Yarım saat sonra Boğa Heykeli'nin aşağısına iniyorlardı.
"Plan ne?" Diye sordu Hope sağda solda içen insanlara göz gezdirirken.
"Babamlar pek memnun olmayacak ama kurşunlardan da tabancadan da kurtulmak en mantıklısı."
Hope,ellerini çıkarken siyah pantolon ve tişörtünün üstüne aldığı pudra rengi geniş hırkanın ceplerine koydu.
"O şey başımıza bela açacak.Kusura bakmasınlar."
Cameron kafasını yukarı doğru çevirdi ve semtin ortasından yükselen kilisenin haç işaretini gördü.Kıza kaşlarıyla işaret ettiği yapıyı süzerken "Eve ait bir şeyler görmek ister misin?" Diye sordu.Kız kafasını olumlu anlamda salladı.
Hope,adım başı camii olan bu şehirde Kadıköy Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi'ni görünce şaşırmadan edememişti.Saklanmak için iyi bir yer olacağına kanaat getirince içeri girmeye karar verdiler.
Cameron içeri girer girmez sağ elinin parmaklarını sağ taraflarında kalan kutsal suyla hafifçe ıslatıp önce sağ sonra sol omuzlarına dokundurdu.Sonra da aynı elini yukarı aşağı hareket ettirdi.Hope tam bunu neden yaptığına bakacaktı ki içerideki insanları fark etti.
Ayin vardı,harika.
Cameron'u taklit ederek delikanlının arkasından ilerledi.İkisi dördüncü sıradaki banka oturdular.İlk iki bankı dolduran insanlardan bağımsız görünüyorlardı.
"Her iddaasına varım büyükbabam seni dindar yetiştirmemiştir." Dedi Cameron ahşap sıraya iyice yerleşirken.
Hope ellerini bacaklarının üst kısmının altına yerleştirdi."Hiçbir dinle alakam yok.Her iddasına girerim senin de yok."
"Tahmin etmiştim.Benim de yok sanırım.Ne kadar daha burada kalacağız?"
"Ayin bitene kadar doğru düzgün düşünebiliriz en azından."
Cameron vaaz veren papaza çevirdiği kafasını sakince yukarı aşağı salladı.
____________________________
(Frederick)
Saklanma büyüsünü kırarken sihrin kaynağını görebilmiştim.16-17 yaşlarında bir erkekti,ve akmeşe parçalarını elinde tutuyor olması muhtemel kişiydi.Bu durumda kendi kendime soracağım soru basitti;Bir velet olsaydım akmeşe parçası gibi güçlü bir şeyi nereye ve nasıl saklardım?
Kendice İstanbul gibi iki kıta arası tampon bir şehirde olmanın avantajını kullanmayı planlıyor olmalıydı;köprüden karşıya geçecekti,böylece ben akmeşenin "kıta değiştirdiğini" görecek ve uzaklaştıklarını zannedecektim.
Fakat yemezler.
İstanbul'un iki yakası da iki farklı şehir oluşturabilecek kadar büyüktü.Başlangıç için iyi bir nokta bulmuş olsam da nereden devam edeceğimi kestiremiyordum.
Tam o anda beynimde bir şimşek çaktı.Eninde sonunda -akmeşeyle veya akmeşesiz- evine dönmek zorundaydı.Geceyi dışarıda geçirmesine imkan yoktu.Ne de olsa bir insandı ve en geç sabaha karşı eve dönmesi gerekirdi ki uyuyabilsin,değil mi?
Bu durumda;eve giden yolları tıkayıp onu orada beklemek en mantıklısıydı.Bir kez yakaladım mı da akmeşeyi sakladığı yeri zorla göstertebilirdim.
Serserilerin toplaşıp kafayı çektikleri sahile inip en ayık görünenlerden birkaçını özel bir büyüyle işe yarar hale getirdim.Üç tanesi üç köprüde göze çarpmadan nöbet tutarken kalanları da sahilin birkaç noktasına serpiştirmek yeterli gelecekti;denizden karşıya ulaşım o saatlerde imkansızdı zira.Ne olur ne olmaz diye bir tanesini de deniz altından giden trenin oraya diktim,fakat orayı da kullanamazlardı.Trenin yolundan yürümeye çalışmak gibi bir aptallık yapmayı düşünmedikleri sürece tabii.
Neyse,gram fizik bilmeyen bir andavalla karşı karşıyaysam da Marmaray'ın kapısına diktiğim ayyaş bana bunu bildirecekti nasıl olsa.
Ben de ellerimi ceplerime sokup sahili adımlarımla arşınlamaya başladım.Derin derin nefesler alıp veriyor ve kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
Sonunda ellerimi ceplerimden çıkarmadan denize bakan bir banka oturup geçmiş günleri yad etmeye başlamaktan kendimi alamadım.
Trafik kazası onu bu dünyadan alıp götürmeden önce 8 yaşındaki kızım Marla da denizi çok severdi.Annesiyle anlaşamayıp gayet medeni yollarla boşanmıştık,o da 5 gün annesinde 2 gün bende kalıyordu.Annesinin evine yakın olan bir okula gidiyor ve ebeveynleri boşanmış bir çocuk ne kadar mutlu olabilirse o kadar mutlu görünüyordu.
Okulunun servisiydi kaza yapan.Servis şoförünün hatası dediler,büyük ihtimalle uykuluymuş.Servis yoldan geçen tırın altına girince soför ve Marla dahil 6 kişi yaşamını yitirmişti.Kirpiklerimin yine durduk yere ıslanmaya başladığını fark edince kafamı hızlı hızlı sağa-sola salladım.Ağlamak hiç kimseyi geri getirmeyecekti..
______________________________
(Hope)
Akmeşe kurşunlarını yakıp tabancayı da boğazın suyuna atmaya karar vermiştik.İlk başta böyle yapacaksak niye karşıya geçmekle uğraştık ki diye düşündüm fakat Ortaköy gibi nezih bir semtin ortasındansa Kadıköy gibi geceleri sahile dizilip kafayı çeken serserilerle dolu bir semtte ateş yakmanın daha doğal duracağını hatırladım.Ayrıca tabancayı denize atacaksak makinanın bizim evin önünden çıkmaması gerekirdi.Boğaz'ın sularını temizleyen bir ekip olduğunu biliyordum.
Cameron ile yokuş aşağı hızlı hızlı yürüyorduk.Kuzenimin bir eli belindeki silahı yokladı.
Yokuşları takip ederek bir şekilde denize çıkacaktık.Nitekim yolun sonunda yakınlarında seyyar simitçiler ve salaş bir de balık restoranı olan Kadıköy İskelesi'ne ulaşmıştık.Bizden ve denize dönük bankta oturmuş suyu seyreden bir adamdan başka sokaktaki herkes elinde bira veya şarap şişesiyle kafayı bulmakla meşguldü.Aralarda gizli gizli uyuşturucu döndüğüne de adım gibi emindim.
Tam sahil boyunca koşar adım gidişimize hız kesmeden devam edecektik ki adam ayağa kalkıp bize doğru yaklaştı..
(Frederick)
Şu iki çocuktan erkek olanının benim adamım olması ihtimali vardı.Benimkinin Türkçe bilmediğini bildiğim için hafızamda yer etmiş birkaç kelime Türkçe'yi sarf ederek elimi salladım.Kız İngilizce ile Türkçe bilmediklerini ve İngilizce bilip bilmediğimi sordu.
Bingo.
"Sivil polis." Dedim."Kimlik görebilir miyim?"
Kız ağır ağır arka cebine uzanırken çocuk eliyle onu durdurdu.Rakibimle bir saniyelik bakışmamız birbirimizi tanımamıza yetmişti.
Çocuk "KOŞ!" Diye bağırdı.
_______________________________
(Cameron)
Lanet heriften hızlı koşmalıyız.
Lanet heriften hızlı koşamazsak biteriz.
Panik halinde aklına esen ilk şeyi yapan Hope'a uydum ve Kadıköy iskelesine daldık.Kısa boylu demir döner kapıların üstünden atlayıp son sürat koşarken adamın arkamızdan geldiğini duyabiliyordum.
Hope'un kurt koşuşuna bir şekilde yetişip "Ne yapacağız!?" Diye sordum.Kız "Silahını bana ver!" Diye bağırdı.
Fırlattığım silahı havada tutarak birkaç teknenin yan yana demir atmış beklediği bölmeye koştu.Onun büyük ihtimalle önceden fark ettiği detay ise benim anca gözüme çarpmıştı;teknelerden birinin kamarasında ışık açıktı.
Hope yılların silah taciri havasıyla tabancayı emniyetten çıkarıp çevik bir hareketle tekneye atladı.Onu taklit ederken adamın iskeleye girdiğini ve hangi yöne saptığımızı kestirmeye çalıştığını hissettim.
Kamaraya dalıp teknenin kaptanını ve metresi olması gereken kadını suç üstünde yakaladı.Çifte kumruların çığlıklarına ve utançla üstlerini giyinmeye çalışmalarına aldırmadan silahı kaptanın kafasına dayadı.
"İNGİLİZCE BİLİYOR MUSUN??"
"E-evet b-biraz." Dedi adam ellerini havaya kaldırırken.
"Bu şey nasıl kullanılıyor?!"
"G-gel."
Adamın kafasından silahı çekmeden dümene giderken bana kadından kurtulmam yönünde talimat verdi.İskeleye bırakmam halinde çığlık atarak yerimizi belli edeceğini bildiğimden çareyi kadını suya atmakta buldum.Kadın tuhaf sesler çıkarırken ona bir can yeleği fırlattım.
Dümene gittiğimde Hope'un da aynı hareketi yapmak üzere olduğunu gördüm.Tabancanın kabzasıyla adamın kafasına vurarak dengesini kaybedip suya düşmesini sağladı ve benim aksime can yeleği de fırlatmadı.
"Sevgilisine sarılıp bekleyebilir."
Adam suyun üstünde durmayı başarmıştı ve hiç şüphesiz bir dizi Türkçe küfür sıralıyordu.Peşimizdeki herifin koşarak bize yaklaştığı gördüm fakat Hope çoktan motoru çalıştırmıştı.Adam güçlükle durarak yumruklarını sıktı ve en ağırından küfrü sallamaktan da çekinmedi.İçindeki denizci büsbütün açığa çıkan Hope ise ondan aşağı kalmayan laflar sıralarken adam koşarak iskeleyi terk etti.
"Sence pes mi etti?" Diye sordum.
"Ben olsam araba çalardım." Dedi."Bak,şu an oyunda roller değişti.Biz avcıyız,o da av konumunda."
"Peki o halde ne yapacağız?"
"Biraz empati yapmak yeterli olacaktır.Bizim ne tarafa gittiğimizi şu an rahatlıkla görebilir." Diyerek karşımızda kalan Karaköy'ü gösterdi.
"Evet."
"O civarda birini aramak isteseydim ne yapardım?"
"Ne yapardın?"
Cevap vermek yerine parmağıyla Beyoğlu'na ve tüm İstanbul'a tepeden bakan yapıyı gösterdi;Galata Kulesi'ni.
"Niye orası?"
"Çünkü orası lanet olası bir gözcü kulesi.İşte tam da bu yüzden biz de.." Derken kötü kötü sırıttı.(Klaus amca?)
"Ona orada pusu kuracağız."
_________________________________
Venedik
Gondol turu biter bitmez sıra Damon'un İngrid'e ne çok zevk vereceğini az çok tahmin ettiği kısma gelmişti;Venedik'in dar sokaklarında alışveriş.
Sokaklar genç kadına koridorları andırıyordu.Renkli renkli evler ortamın sıcak ve sevimli olmasını sağlamıştı.
Tüm şehri gezmenin tek yolu yürümek veya bir su aracına binmekti.Kısa bir kararsızlık sonunda yürümeye,yorulunca da su yoluyla gezmeye devam etmeye karar verdiler.
"Buranın nesi meşhur?" Diye sordu İngrid.
"Cam eşyaları ve karnaval maskeleri.Eve bir hatıra götürmek istiyorsan genelde bu ikisi tercih edilir." Derken kızı renk renk tüylü maskelerin satıldığı bir dükkana soktu.
İngrid kırmızı tüylü bir maskeyi suratına tuttuktan sonra Damon'a bakıp güldü.Adam,kadının suratının yarısı kapalıyken bile ne kadar güzel göründüğünü düşündü.
10 dakika kadar sonra kadın kendisi için seçtiği kırmızı maske dışında adama da siyah,sahte karga tüyleriyle tasarlanmış bir maske beğenmişti.Kısa bir süre daha dükkanları dolaştıktan sonra Grand Kanal'a doğru yürüdüler.Gondolların kalkış noktasına geçmek için kullandıkları minik köprünün tam orta yerinde Damon'un elini bir an bile bırakmamış olan İngrid durdu ve adama döndü.Boğazını temizleyip adamın siyah saçlı başını beyaz elleri arasına aldı.Gece vakti şehri aydınlatan renkli fenerlerin ışıkları gülümseyen yüzünde ışık oyunları yapıyordu.
"Doğru yer,doğru zaman." Dedi ve kırmızı dudaklarını adamınkilere usulca değdirdi.
Adam tam ellerini İngrid'in kafasının sarı saçlarla kaplı arka tarafına yerleştirmişti ki bir kadın sesinin adını seslenmesiyle durdu.Adam korka korka sesin geldiği yöne döndü.
"Elena."
_________________________________
(İkinci şarkıyı açabilirsiniz)
İstanbul
İstanbullular bilir,Beyoğlu Kadıköy'den de pis bir yerdir.
Bu ilçenin ise tek bir ağır abisi vardır;o da Galata Kulesi'dir.Bu koca oğlan,tüm İstanbul'u tepeden seyreden kibirli bir abimizdir.Çok da kıdemli bir derbederdir aynı zamanda.1500 yıl önce fener kulesi olarak yapılmış,sonra zindana çevrilmiş.Sonra yangın kulesi oluvermiş birden.Rasathane,deprem habercisi derken çok fonksiyonlu bir yapı olup çıkmış.Yangın habercisiyken iki defa yanmış,iki deprem görmüş,bir fırtınada kubbesi uçmuş.5 savaş görmüş,15 yara almış.Bir sürü insan atmış kendini gövdesinden.O yine de yıkılmamış.Belki de bu yüzdendir bu denli kibirli olması.Şehrin geri kalanı sığ geliyordur belki ona.
Bir efsane de der ki,bu ağır oğlan,Boğaz'ın zarif prensesi Kız Kulesi'ne sevdalıymış.Kız Kulesi buna pek yüz vermezmiş ama,o da severmiş bizimkini.Gece olup da tüm şehir uyuyunca aralarındaki Boğaz'ın sularından birbirlerine haber gönderir,kavuşacakları günü beklerlermiş.İstanbullular inanır,bizim kız ve oğlan seviyorlardır birbirlerini..
Neyse,fazla şiirselliğe girmeden olayları aktarmaya devam edeyim;Cameron ve Hope kaçırdıkları tekneden atlar atlamaz sıkışık binaların arasından kolayca seçilen kulenin yakınlarına doğru son sürat koştular.Hope düz taban ayakkabı giydiğine bir kez daha şükrederken bu sefer kendi beline sıkıştırdığı silahın demir namlusunun soğukluğunu hissedebiliyordu.Genç kız birden durdu ve birkaç adım önünden gittiği çocuğun da parmağını havaya kaldırarak durmasını sağladı.Dar bir sokağın içindelerdi ve önlerindeki minik yokuş Galata Kulesi'nin girişine çıkıyordu.Kız havada duran parmağıyla yanlarında kalan apartmanı işaret etti.
"Şu apartmanın çatısına çıkalım.Oradan kuleyi görürüz."
Doğan Apartmanı,daireleri pahalıdan sattığı için güvenlik önlemleri konusunda taviz vermemişti.Yine de bir kurt kız ve büyücüden oluşan ekip bir şekilde demir kapıyı gürültü çıkarmadan açıp çatıya çıkmayı başardılar.Hope kuleyi arkasına alarak eğilip bir kirişin arkasına gizlendi.Cameron da,her ne kadar kız kadar çevik hareket edemiyor olsa da,bir şekilde kuleden bakan birinin göremeyeceği şekilde kendini gizledi.
Hope siyah pantolonunun belindeki silahı ellerinin arasına yerleştirdi.Kurt hislerini sonuna kadar açtı ve hepsini kuleye doğru yönlendirdi.Nitekim 15 dakikalık bir beklemenin sonunda aradıkları eleman pisi pisine tuzaklarına düşmüştü.Adam kulenin yuvarlak balkonuna çıkıp çember çizerek kulenin altını gözleriyle taradı.Sıra kulenin güneyinde kalan apartmanın yönüne geldiğinde Hope onay almak için karşısında kalan kuzenine baktı.Cameron başını olumlu anlamda salladı.
Genç kız "Ya şimdi ya hiç." Diye mırıldandı ve saklandığı yerden fırlayıp adama üç el ateş etti.Bir kere omzundan ve iki kere de karnından tahta kurşunla vurulan Frederick,kuleden aşağı boynunun üstüne düştü.
Adam,kırılan boyun ve kemik sesleri eşliğinde Galata'dan düşüp ölenler kervanına katılmıştı.Atışlarının o kadar da isabetli olmadığının farkında olan Hope,düşmeseydi adamın yaşama ihtimali olduğunu biliyordu.
Aşağı inerken Finn ve Klaus'un susturucusuna kadar hazır ettikleri boş silahı beline sıkıştırdı.
Cameron hızlıca bir plan yaptı;Frederick Galata'nın nöbetçisini öldürmüştü.Adamın kurşun yaralarını büyüyle iyileştirebilirse olay intihar denilip geçilecekti.İçeriyi didik didik ederek buldukları kamera kayıtlarından da kurtuldular,sanki Frederick intihar etmeden önce kamera kayıtlarına ulaşmış ve kendi kayıtlarından kurtulup kameraları etkisizleştirmiş süsü vermişlerdi.Ufukta belirmeye başlayan güneş eşliğinde,Galata'ya girip de en tepeye çıkmamış ilk insanlar olarak Beyoğlu'nu geride bırakarak ağır ağır yürüdüler.
Cameron,Frederick'in cansız bedeninden çıkarttığı tahta kurşunları cebine tıkıştırmıştı.Silah ise Hope'daydı.
Artık suç ortakları sayılan kıdemli kuleyi Karaköy sahilinden rahatlıkla görebiliyorlardı.Yıllarca ev sahipliği yaptığı tüm o kirli sırlara bir yenisi daha eklenmek üzere olan akıntılı Boğaz sularına yaklaşabildikleri kadar yaklaştılar.Hope yerden içinde hala biraz sıvı olan bira şişesini alıp kurşunların üzerini alkolle kapladı.Cameron da o esnada cebindeki kibriti yaktı.Kibriti ufak tahta yığınının üzerine atarken bir adım geri çekildiler.
"Geçmiş olsun." Dedi Hope."Kıçı kurtardık galiba."
Cameron sakin sakin güldü.Hope boştaki sol elini beline koyup tabancayı tutan sağ elini denize doğrulttu.
Elinden bıraktığı ölüm makinası suyun dibini boylayınca çıkan şlops sesi takımımızın mutlak zaferininin sesiydi.Aynı anda aynı şeyi düşünerek sarıldılar.
Cameron'un telefonu titreşmeye başlayınca çocuk cebindeki aleti çıkardı.Ekrandaki ismi görmesiyle de sanki telefon onu ısıracakmış gibi korkuyla geri çekildi.
"Esther"
Cameron,"Adamın kurşun yaralarını iyileştirirken güç kaybettim.Sihir onu tutacak gücü yitirince uyanmış olmalı." Dedi.Hope kaşlarını çatarken "Bittik." Diye fısıldadı.
Cameron telefonunu sallarken "Onunla telefonda yüzleşmeyeceğiz." Dedi ve makinayı Galata Kulesi'ne doğru havaya kaldırdı.
"Sana içiyorum eski dostum." Dedi ve telefonu suya atarak tabancanın yanına yolladı.
"Şimdi..Eve hangi yoldan döneceğiz?"
![](https://img.wattpad.com/cover/41111760-288-k275728.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...