Path To Paradise.

232 8 0
                                    



Bölüm Şarkısı:Fleurie-Breathe (baştan itibaren)

"İşte,sizi koyunlar gibi kurtların arasına gönderiyorum.Yılan gibi zeki,güvercin gibi saf olun."
-Matthew 10:16-

Kızıl-turuncu güneş Missisipi Nehri'nin ardından batmış,karanlığa bürünen şehir bu kez dış cephe aydınlatmalarıyla ışıldamaya başlamıştı.
Şehrin en merkezî muhitinde akşam her zaman olduğu gibi hareketliydi.Gündüz de durmamış olan gürültü kentte akşam olmasıyla daha da yükselmişti.Sokak çalgıcılarının yaptığı müzik klasik büyük şehir seslerine karışıyordu.
Bu gürültüye nazaran sadece bir yere derin bir sessizlik çökmüştü:Mikaelson Malikanesi'ne.
Klaus'un üzgün ya da kızgın olduğu çoğu zaman gibi siyaha dönen gözleri annesinin arabasının gözden kaybolduğu yolu süzüyordu."Buralar bir süre sessiz olacak." Diye mırıldandı.
Annesi arabanın bagajını kapatıp doğaüstü hislerinin izlendiğini işaret eden uyarısı sayesinde arkasında kalan balkona bakmış ve korkuluklara yaslanmış oğullarını görmüştü.Kızını kardeşinin ellerine teslim ettiği zamanı hatırlayarak empati kurduğu adamlara ne gülümsemiş ne de göz kırpmıştı.Bir süre altın sarısı saçlı oğlunun zeytuniye dönen gözlerine diktiği bakışlarını yere çevirerek kaçırmıştı bunun yerine.
"Bahçeden gelen cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle uyandığımız bir zaman hatırlamıyorum." Diye cevap verdi Finn.
Klaus altın rengi saç ve sakalın çevrelediği yüzünü abisine çevirdi."Bunu ister miydin ki?"
"Bu çocuklarımızın cıvıl cıvıl sesler çıkaracak yaşta ölümsüz olmaları gerektiği anlamına geliyor."Gergin gergin gülüp kafasını iki yana salladı."İsteyeceğimi sanmıyorum."
Klaus ürperdi."Cameron'un iki buçuk yaşında vampire dönüştüğünü düşünsene."
"Ayana bize müdahale etmeseydi büyük ihtimalle bu olurdu." Dedi Finn."Bazen düşünüyorum.Onu suçluyoruz fakat biz daha kendi akıllarımıza mukayet olamazken bir çocuk yetiştirebilecek miydik sanki?"
Klaus güldü."Evet Cameron,biz kan emerek yaşıyoruz.Evet Cameron,ölümsüzüz.Evet oğlum yaşlanmıyoruz.Evet biz konuşurken amcanlar milleti katletti."
Finn gergin gergin gülüp oyunu devam ettirdi.
"Evet canım,büyükbaban peşimizde.Evet vampir kanı içiyor.Evet oğlum bizi öldürmek istiyor.SUSAR MISIN ARTIK ÇOCUĞUM?!"
Ellerini korkuluktan kaldırıp geri koyduktan sonra sinirli bir kahkaha attı."Sinirlerim bozuldu.Güldüğüme bakma inanılmaz öfkeliyim."
"Al benden de o kadar." Ellerini korkuluktan kaldırıp sağ eliyle abisinin omzuna dokundu."Hadi içeri geçelim."
Finn yola son bir bakış attıktan sonra kardeşini takip etti..
______________________________
Esther'in yeşil gözleri dikiz aynasından doğru elindeki telefona dik dik bakan oğlana bir bakış attı.
Genç adam mavi bakışlarını kaldırıp aynaya bakınca göz göze geldiler.Kadın,"Cesaretini toplamaya ihtiyacın varmış gibi duruyor." Dedi.
"Evet.America'yı aramam lazım.Gittiğimi söylemem gerekiyor."
Hope alt dudağını kemirdi."Veda etmezsen üzülür.Sonra da bana verirsen iyi olur,benim de veda etmem gerekiyor."
Cameron başını sallayarak kızı onayladıktan sonra derin bir nefes alıp telefon simgesine dokundu.Kulağına götürdüğü telefon çaldı,çaldı..Genç adama yıllar geçmiş gibi gelen bir süre sonunda genç kızın neşeli fakat otomatik sesi "Merhaba,ben America,lütfen mesaj bırakın." Dedi ve bip sesi duyuldu.
"Aa,şey Mer.S-selam."
Hope çocuğun telefonu tutan elini bilekten tutarak kendine yaklaştırdıktan sonra konuştu.
"Selam Mer.N'aber?Bizim sana bir şey söylememiz lazım.Aa,babamlar bununla beni apar topar yolladılar.Birkaç saate kadar bizim de gideceğimizden haberimiz yoktu,veda falan da edemedik o yüzden."
Cameron bir an duraksadıktan sonra "Şu an havaalanı yolundayız ve..tam olarak nereye gideceğiz veya ne zaman geri döneriz bilemiyoruz.Sadece..hoşçakal demek için aramıştık."
"Seni çok özleyeceğim." Dedi Hope.
"Ben de çok özleyeceğim." Dedi Cameron."En kısa zamanda seninle iletişime geçeriz.Hoşçakal." dedi ve gittikçe fısıltıya dönen bir sesle "Seni seviyorum." Dedikten sonra telefonu kapattı.
Cameron uzağa dalarken Esther,teypte çalan ve bu hafif duygusal konuşmanın arkasına tam oturan ağlak şarkıyı tek bir hamlede değiştirdi.Hope dikiz aynasından büyükannesine minnettar bir bakış attı.
____________________________
Çocuk beyinli adam,akıl hastanesinin karanlık banyosundan korkmuştu.Arkasından gelen cadı tavandaki çıplak lambayı yakınca gözle görülür biçimde rahatladı.
Akıl hastanesi kapatılmadan önce hastalar burada toplu halde ve soğuk sularla yıkanıyorlardı.Genç cadı musluğu açıp tepedeki başlıktan su gelmesini sağladıktan sonra adama dönüp "Üstündeki her şeyi çıkarıp ıslanacaksın,sonra da sabunlanıp sabunu da vücudundan akıtacaksın.Anladın mı?" Diye sordu bıkkın bir ses tonuyla.
"S-sabun ne?"
Genç kız yanındaki pervazda duran beyaz kalıp sabunu eline alıp adama gösterdi."Bu.Ne yapacağını anladın mı?"
Kadının ses tonundan korkan adam bir adım geri çekildikten sonra omuzlarını yukarı çekip hızlı hızlı başını salladı.
Kadın iç geçirip odayı terk eder etmez Kol düğmelerini çözmeye başladı.Daha doğrusu düğmelerini çözmeye çalışmaya başladı.Her düğmeyi çözmekle en az iki dakika uğraşıyordu.
Bir şekilde pantolonundan da kurtulduktan sonra kafasını suya soktu.Sonra da vücudunun kalanını ıslatmak amacıyla ileriye doğru bir adım attı.
Saçları inerek anlına yapışmıştı.Ellerini yukarı doğru düz tutarak su damlalarının avuç içlerinden sekmesini izleyen adam,bir süre akan suyun altında olmanın nasıl bir his olduğunu aklına kazıdı,sonra da "sabun"u eline aldı.Beyaz malzemeyi önce vücudunda sonra da saçlarında gezdirerek kirlerini çıkartmaya uğraştı.
Yaklaşık 10 dakika sonra başka bir kız duşakabinin kapısını tıklatmış ve "İşin bittiğinde haber ver!" Diye seslenmişti.İşi çoktan bitmiş olan Kol ise daha fazla ne yapacağını bilmez bir halde beklememiş,duşakabinden dışarı adımını atmıştı.
Kızın adamın mahremiyetine olan saygısı ancak 3 yaşında bir oğlan çocuğuna göstereceği kadardı.Elindeki havluyu Kol'un beline sarıp adamın masum bakışları altında uçları düğümledi.Yanında bekleyen saç havlusunu alıp adamı banka oturttuktan sonra ise saçını havluya sürerek yumuşak kumralşın saçların nemini almaya başladı.
Bu işlemin de tamamlanmasının ardından sırada bekleyen bebek mavisi hastane önlüğünü alıp adama giydirdi.
Sadece gece vakti giydiği bu gecelik dün gündüz vakti giydiği kıyafetten çok daha rahattı.Sadece bir tane geceliği olmasına rağmen üste ve alta iki farklı gündüzlük giymesi gerekmişti dün.
Nemli fakat aydınlık hücresinde onu bekleyen Lucy'e "N-neden gecelik.. gibi gündüzlük.. yok?" Diye sordu.
"Çok soru sorma tatlım."
Eline aldığı tabletten bir fotoğraf açıp beyaz renkli yatağa,adamın karşısına,oturdu.Tableti ona doğru çevirerek "Bu resimdeki hangi hayvan biliyor musun?" Diye sordu.Kol olumsuz anlamda başını salladı.
"Yarasa bu."
"Ya-ra-ssa?" Diyip onay almak amacıyla kadının yüzüne baktı.
"Evet.Sana bir sır vereyim mi?Sen isteyince bu hayvana dönüşebiliyorsun."
Adam şaşırmışa benziyordu.Kadın ayağa kalkıp "Hadi deneyelim." Dedikten sonra elini çırptı.
Adam ayaklanıp minik pencereden sızan güneş ışınlarının olduğu kısma gidince Lucy onu uyarmak yerine sehpanın üstündeki yüzüğü eline alıp öteki elini de beline koydu.
Adam cildinin bir anda yanması üzerine çığlık attıktan sonra gerisin geri gelip yatağa oturdu.Dudakları titremiş ve başı geriye çekilmişti,ağlayacak gibiydi.
"Gene unuttun." Dedi Lucy hafiften öfkeli bir ses tonuyla.Yüzüğü Kol'a uzatıp adamın ince halkayı kalın başparmağından geçirmeye çalışını izledi bir saniye kadar.Sonra da kendi elini havaya kaldırıp yüzük parmağını oynattı.
"Kol,bu parmağına takacaksın."
Kol halkayı yüzük parmağından kolayca geçirdikten sonra onay almak için kadına baktı.
"Evet.
_______________________________
(Hope anlatıyor)
Babamın bizi apar topar sepetleyeceğini bilsem en azından cep telefonumu şarja takardım.
Evden çıktığımda %20 olan batarya 15.şarkının ortasında ruhunu teslim etti.Neyse ki Esther'in gıcır gıcır Mercedes'i telefon şarj edebiliyor.Telefonumu şarja takıp takamayacağımı sordum ve o da olur diyip şarjı kendi bağladı,ki bir yandan virajlı yolda direksiyon hakimiyetini kaybetmeyip bir yandan kabloyla uğraşabilmek takdire şayandır kanımca.
Teypten yükselen hafif ve kısık sayılabilecek müzik sadece ben-bin-yaşındayım jenerasyonunun ilgilenebileceği kadar klasik bir CD'den geliyor olmalıydı.Arabasında böylesine elit şarkılardan oluşan bir CD bulunduran bir kadından Fall Out Boy veya Marron 5 açmasını rica etmek saçma olacağından şansımı öteki ben-bin-yaşındayım ile denemeye karar verdim.Arka koltuğu paylaştığım kuzenime yaklaşıp en sevimli yavru köpek bakışımı takındım.
"Cameron,ne izliyorsun?"
Tabletindeki videoyu durdurup sabır dilenir gibi arabanın (gıcır gıcır Mercedes'in) tavanına baktıktan sonra kulaklıkları çıkarıp "Ne istiyorsun?" Diye sordu.Belli ki en heyecanlı yerinde kesmiştim.
"Diyorum ki ben de izleyebilir miyim?"
"Nein."
"Nein?"
"Almanca'da hayır demek." Diye araya girdi Esther.Aynadan bize bunlar-nasıl-benim-torunlarım-olabilir bakışları fırlattıktan sonra (bilmiyorum,burası sadece benim abartım da olabilir.) "Tabii gideceğimiz yer Almanya değil.Fakat iyi denemeydi." Diye devam etti.
Heil Hitler.
"Verpiss Dich."
Ne dedi lan bu?
Esther uyarı dolu bir ses tonuyla "Cameron!" Demekle yetinirken koltukta biraz daha yanına kaydığım kuzenim iç geçirerek ekranı hafiften bana doğru çevirmişti.En sevdiği çizgi filmi izlemek için sabahın köründe kalkan çocuklar gibi gülümsedim.
"Kulaklığın teki?"
"Al." Dedi sağ kulağından çıkardığı kulaklığı uzatırken.
"Ne izliyorsun?"
En son suratında gördüğümde hiç iyi şeylerin olmadığı sinsi sırıtışıyla bana döndü.
"Solo ya da Solomon'un 120 Günü."(Filmi izlemeniz halinde oluşabilecek psikolojik sorunlardan ben sorumlu değilim.)
"Ne biçim isim o be." Derken güldüm.
"Filmi izlerken de gülebilir misin bakalım." Dedi ve kulaklığı takmadığım kulağıma eğilip Esther'in duyamayacağını zannettiği şekilde "Tüm zamanların en rahatsız edici 10 filmi listesinde Yamyam Soykırımı'ndan sonra ikincilik için Bir Sırp Filmi ile kapışıyor.Hatta bazıları bir numaraya bunu koyuyor." Diye bilgilendirme yaptı.
Sanki Esther istese bizi duyamaz.Kadın orijinal Vampir-Avcısı-Vampir,hafif ağır işiten sıradan bir büyükanne değil ki!Tabletinin ekranına falan yazsana sayın gerizekalı?
Ben bu tarz düşünceleri kafamdan geçirirken Cameron tableti kucağına yerleştirmiş Gece Bahçesi'ni izler gibi izliyordu filmi.Bir patlamış mısırı eksikti anlayacağınız.Benim ise midemde bir yanma baş göstermişti şimdiden.Nasıl hastalıklı bir filmdi bu böyle?
"Sen bir sosyopatsın." Dedim aynı onun gibi eğilerek.
"Soya çekim kanununu inkar edemeyiz,değil mi?" Diye sordu.
"Elijah'dan replik çalma."Dedim.Dudaklarını büzmekle yetindi.
Midem,beynim ve ruhum filme sadece birkaç dakika dayanabildi.Dışkılarını yedikleri sahnenin başlamasıyla kulaklığı kulağımdan çekiştirerek çıkarıp"Manyak herif." Dedim."Dayanamayacağını biliyordum!" Diyip sırıttı.
"Telefonumu alabilir miyim büyükanne?"
Büyükanne?
Esther şaşırsa bile bozuntuya vermedi.Telefonu şarjdan çıkarıp kablosuyla bana uzatırken "Sen buna benzeme olur mu?" Dedi şakaya karışık.Cameron'un tek kaşı kalktı ve dudaklarının sağ kenarı kıvrıldı.Yine ürkütücü derecede Finn amcaya benzemişti.Onu sinir ettiğini bildiğim hareketi yapıp işaret parmağımı ortaya çıkan gamzesinin üstüne bastırdım.O da beni sinir ettiğini bildiği hareketi yapıp eliyle saçlarımı karıştırdı.
"Kesin şunu,ikiniz de.." Dedi Esther sakin bir şekilde.Sanırım gülümsüyordu da.
Omuz silktim ve kulaklıklarımı kulağıma geçirip müziği açtım.
________________________________
Klaus mini barda tek başına oturmuştu.Kolayındaki en sert içkiyi açmıştı ve gece boyunca tüm sorunlarını unutacak kadar sarhoş olmaya kararlıydı.Yarısı çoktan boşalmış şişeyi kaldırıp sıvıyı bir kez daha bardağına döktü.
"Çok içtin Klaus,çarpmasın?"
Arkasından gelen erkek sesi kadifemsi bir yumuşaklığa sahipti.Klaus tünediği yüksek tabureden kalkıp adamın yanına kadar gitti ve inanamayan gözlerine uzaylı görmüşçesine bir tavır takınıp "Kol?!" Dedi.
"Nerelerdeydin?Lanet olsun seni çok özledim."
"Niklaus?"
Klaus,sarılışına karşılık bulamayınca yavaşça çekilip tek kaşını havaya kaldırmış dik dik ona bakan Elijah ile göz göze geldi.
"A-affedersin.Seni o sandım."
"Kafan en son birini başkası zannedecek kadar güzel olduğunda sebebi uyuşturucu denemiş olmandı." Derken adamın az önce kalktığı bara gelip fıldır fıldır gözlerle etrafı taramaya başladı.Sonunda kardeşine dönüp zeytuni gözlerine baktı.
"Madde mi aldın sen?"
"Ne?" Dedi ve gergin bir kahkaha attı Klaus."Hayır kardeşim,güven bana o kadar da depresyonda değilim." Bir dengesiz kahkaha daha patlattıktan sonra devam etti."Birazcık çok içtim o kadar."
"Görüyorum..Finn nerede?"
"Dışarı çıktı.O da içecek sanırım.Bence bu akşam ikimizin de kendini alkole verip dağılmaya sonuna kadar hakkı olmalı."Barın üstündeki şişeyi alıp kafaya dikti."Bu akşam kibarlıkla işim bitti kardeşim.Şimdi izin verirsen,kalanını odamda bitireceğim."
__________________________
(Hope anlatıyor)
"Ció che non e molto posto dove andare,miele?" ("Gidilebilecek ne çok yer var değil mi,tatlım?"(İtalyanca çeviri))
"Hayır,İtalya'ya gitmiyoruz."
"que cela avait été le lieu où je dis tout le moins."("En azından söylediğim yerlerin neresinde kaldığını söyle."(Fransızca çeviri))
"Fransa'nın sağında kalıyor."
"Lütfen İngiltere değil de!" Diye bir giriş yaptım aptal tahmin oyununa.O ülkeyle ilgili kötü anılarım vardı.Dahası hala kasti adam öldürmekten aranıyor olabilirdim.
"Hayır,değil."
"İskandinavya ülkelerinden biri?"
"İskandinavya Fransa'nın sağında mı Cameron?"
"Bilmem.Harita konusunda dil öğrenmekte olduğum gibi iyi değilim."
İç geçirdim."Yukarısında kalıyor."
Neil Armstrong Havalimanı'nın tabelasını görmemle arkama yaslandım."Boşver.Birazdan bilet alırken öğreneceğiz nasıl olsa."
"Pekala." Dedi Esther."Alın size ipucu.Direkt uçuş yok.Aktarma yapacağız."
Cameron ile aynı anda inlerken Esther havaalanının otoparkına girmişti."Biz gittikten sonra araba ne olacak?" Diye sordum.
"Klaus'un adamlarına yedek anahtarları verdim,gelip alacak ve eve geri götürecekler."
Zavallı Gıcır Gıcır Mercedes.Çok iyi bir yol arkadaşı olabilirdi..
Arabadan indik ve sıcak geceye adım attık.Bagajdan bavulumu almadan önce üzerimizden havalanan uçağa bir bakış attım.Uçakta yanıma alacağım eşyalarım için küçük bir çanta yeterli olmuştu.Ben bile ihtiyaç duymazken Cameron o büyük sırt çantasına ne doldurabilmişti merak ettim.
Neden bilmiyorum fakat kuzenime ince bir huzursuzluk hakimdi sanki.Yanına sokulup "Her şey yolunda mı?" Diye sorunca aldığım cevap,"Tabii,neden?" Oldu.
X ray cihazından geçmeleri için bavul ve çantalarımızı bıraktık.Esther bilet almak için önünde kuyruk olmayan resepsiyona yönelmeden bize kırmızı koltuklara oturup beklememizi söyledi.
Ellerimi iki yanıma yerleştirip "Burayı özleyecek misin?" Diye sordum.
"Ben pek çok şehirde yaşadım." Diye cevap verdi."Belli bir şehre onu özleyecek kadar bağlanmak için bir sebep yok.Ama içindeki bazı insanları özlemeyeceğim desem de yalan olur."
Dudaklarımı birbirine bastırıp cebimde duran telefonu kontrol ettim.Bir mesaj veya arama gelmemişti.İlginç,babamın şimdiye kadar en azından 10 defa arayıp 5 defa mesaj bırakmasını beklerdim.
Cameron bavul ve çantalarımızın çıktığını fark etmesiyle yerinden fırladı.Anında peşinden gittim ve ilk iş sırt çantasını aldığını gördüm.
Kesinlikle bir şey saklıyor.
Yanına giderek onun tam tamına zıttı tavırlarla el çantamı ve bavulumu aldım.Çocuk kendi bavulunu alırken boğazımı temizleyerek lafa girdim.
"Öhöm.Çantanın içinde kaç kilo patlayıcı var söyle bakalım."
Bana şuh bir bakış attıktan sonra doğal bir tonlama verebilmek için elinden geleni ardına koymadığı sesiyle "Ne demek istiyorsun?" Diye sordu.
"Kimse çantaları çalmaya çalışmıyordu diyorum."
"Olabilir."
Ben dik dik ona bakınca bir adım geri çekilme ihtiyacı hissetti.Nefesimi boşalttım.
"Ne saklıyorsun Cameron?"
Etrafına bakındı.Resepsiyondaki kırmızı üniformalı kadınla konuşan büyükanneme bir bakış fırlattıktan sonra cep telefonunu çıkarıp hızlıca bir şeyler yazdı.
Telefonum mesaj sesiyle titreyince Cameron'dan gelen SMS'i açtım."Gideceğimiz yere varınca söylerim.Küçük bir şey,fakat gizli tutmak gerekiyor." Şeklinde bir kısa mesajdı bu."Mesajı sil." Diye fısıldadı kuzenim.Esther resepsiyondan ayrılıp yanımıza gelmeden önce mesajdan son anda kurtulmayı başarmıştım.
"Hallettin galiba?" Dedim elindeki üç uzun mavi zarfa bakarak."Biletleri yani." Dedim.Cameron Vakko çantasını cihazın içinden alıp zarfları içine yerleştiren kadına bakarak "Artık nereye gittiğimizi söyler misin?" Diye sorup kollarını iki yana açtı.
"Biletler Philedelphia'ya." Dedi."Oradan da taksiyle New York'a geçip aktarmalı uçuş yapacağız.Uçuşları ayarlayabilirsek birkaç saat orada dolaşabiliriz."
New York'a hiç gitmemiş biri olarak haber beni sevindirmiş olsa da Cameron etkilenmişe benzemiyordu.Omuz silkmekle yetindi.
En yakındaki koltuğa oturdum."Ne kadar beklememiz gerekecek?"
Siyah,resmi görünümlü ceketinin kapattığı sol bileğini ortaya çıkarıp beyaz kayışlı kol saatine göz gezdirdi.
"Yaklaşık 20 dakika."Dedi yanıma otururken.
"Cameron?"
Arkamızdan gelen genç kız sesi üzerine büyükanne-torun bir an bakışıp şaşkınlıkla arkamızı döndük.Cameron "America?!" Dedi şaşkın-mutlu ses tonuyla.
Kızın üzerinde ona yatıya kalmaya gittiğimde gördüğüm pijama takımı vardı.Alelacele çıktığı her halinden belliydi fakat çok da umursuyor gibi görünmüyordu.Sağ elindeki cep telefonunu kaldırıp "Mesajını aldım." Dedi.
Cameron bir kahkaha patlatınca bekleme salonunun içinde koşup tam ortada sımsıkı sarıldılar.Romantik dram filmlerini aratmayan sahne Esther ile aynı anda kıskançlıkla inlememize sebep oldu.Kadının aklında maziden görüntülerin canlandığını anlamak için medyum olmaya gerek yoktu.O buruk bir gülümseme ile çifte kumruları izlerken ben sağ omzumda hissettiğim el üzerine arkamı döndüm.
"Morgan?!"
"Sürpriz!" Dedi i'leri uzatarak.
"Senin burada ne işin var?" Diye sordum."Seni yolcu etmeye geldim." Dedi ve kafasıyla America'yı işaret etti."Onunla geldik."
Her normal kız gibi ben de sevgilim olmayan bu bey ile aramda geçenleri en yakın arkadaşıma aktarmıştım.Evden pijamalarla fırlarken bile Morgan'a haber vermeyi akıl etmişti demek ki.
Esther aklındaki Bu-salağın-da-ne-işi-var-burada sorusunu bize dönen gözleriyle soruyordu."Uzun hikaye." Dedim."Cameron'dan kurtulmanın bir yolunu bulabilirsek kız kıza konuşuruz."
İç çekti ve su yeşili bakışlarını yanımıza gelen ikiliye çevirmeden önce "zamane çocukları.." Dercesine gözlerini devirdi.
20 dakika su gibi akıp geçmişti.İki sürpriz ziyaretçiyle de sıkı sıkı vedalaştık.İletişimi koparmamaktan bahsettik.Esther ikiliye nasıl havaalanına geldiklerini ve nasıl döneceklerini sorunca "Taksiyle geldik,yine taksiyle döneriz." Cevabını aldı.
Ortamızda büyükannemizle uçağa yürürken Cameron arkasını döndü.Ben America'ya bakmamış olsam da kuzenimin bakışlarından kız ile göz göze geldiğini anlayabiliyordum.Yollar ayrılınca son kez bakmak için arkanızı dönünce onu da arkası dönük bulursanız sizin için umut var demekti.
Tüm cesaretimi bir anda toplayıp arkama bakınca Morgan ile göz göze geldik.
Diğer yolcularla tek sıra halinde uçağa alındık.Esther uzun zarfları hostese uzattı.Kız gülümsedi ve buisness class'taki yerlerimizi gösterdi.Yan yana üç koltuktan oluşan yerimize ulaşınca Esther bize dönüp nereye oturmak istediğimizi sordu.
"Ben yükseklikten pek hoşlanmıyorum." Dedim."Cam kenarını almasam daha iyi."
Esther başını yukarı aşağı salladı."Sadece uçakta cam kenarı sevmiyorsun değil mi?" Diye sordu.
"Evet,nereden biliyorsun?"
"Mikael söyledi de."
Kafamı salladım.Esther Cameron'a dönüp "Cam kenarını ister misin?" Diye sordu.Cameron başıyla onayladıktan sonra cam kenarındaki yerine oturdu.
Ben de yanına oturunca Esther'a da koridor kenarı kalmıştı.Cameron herkesin yerleştiğini görünce "Yükseklik korkun mu var?" Diye sordu.Başımı olumsuz anlamda salladım.
"Yok.Hoşlanmıyorum sadece."
Kaptan pilot her zamanki anonsunu yapmaya başlarken büyükannemin koltuk ceplerinde duran Skylife dergilerden birini karıştırdığını gördüm.Lütfen koltuğunuzu dik konuma getiriniz ve kemerlerinizi bağlayınız anonsuyla birlikte New York hakkında okuduğu gezi makalesini yarıda kesti.

Mikaelson'un OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin