James Gaisford Cameron Mikaelson rolünde. (Multimedya)
Not:Ara sıra aşağıdaki gibi alıntılarla bölümlere başlayayım istiyorum.Dizide de bazen geri planda bir karakterin sesi olan sahneler oluyor.Öyle hayal edersiniz.Ben öyle hayal ederek yazıyorum."Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için. Ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi."
Cameron Mikaelson,New Orleans'e Hoşgeldiniz tabelasını görünce aklına birdenbire bu satırlar geldi.Tabeladan gözlerini ayırarak yere baktı.Buna hazır olup olmadığını bilmiyordu.
Sarı botlarının ucuyla toprağa bir tekme attığında yerden toz kalktı.Gözlerini yerden kaldırıp yavaşça kalabalığı süzmeye başladı.Mavi gözleri dimdik bakıyordu.Kafası ise hafifçe eğikti.Tüm bunlar birleşince buz mavisi bakışlar düşmancıl bir hava kazanıyordu.
Bir adım daha attı ve yavaşça kahverengi dağınık saçlarının çevrelediği düzgün hatlı yüzünü yerden kaldırdı.Buz mavisi gözler kalabalığı taramaya devam ederken Cameron yavaşça kafasını sağa sola çevirerek boynunu kıtlattı.
Sonunda umursamaz bir tavırla gözlerini devirdi.Düzgün dudakları yavaşça kıvrıldı.
Cafelerden birinde oturmakta olan 15 yaşlarındaki kız,Cameron ile göz göze geldiği anda onun yaşamında gördüğü en yakışıklı erkek olduğunu düşündü.Cameron,kızın ona baktığını fark edince gülümsemesi suratında daha da yayıldı.
"Allyasa da böyle gülerdi." diye düşündü kız hafifçe gülümserken.Allyasa,Mikaelsonlar uğramadan önce köyün en güzel birkaç kızından biriydi ve çoğu kişi gibi Cameron da ona aşıktı.
Allyasa'nın intikamını alacaktı.Marcus'un.Annesinin.Babasının.O gün orada can veren herkesin.Aradan geçen yıllara rağmen babasının boğazını parçalayan Finn'in girdiği kabuslar yüzünden uykusuz kaldığı gecelerin.Herşeyin.
"Tüm yaşama sebepleriniz elinizden alındığında geriye iki yol kalır.Size yapılanları affetmek.Ya da bir bir ödetmek." Bunu bir yerde okumuştu sanki.
Cameron hiç kimseyi affetmeyecekti.
_______________________________
Hope,Büyükbabasının garsona verdiği siparişin ne olduğuna dikkat etmeden "aynısından" diyerek garsonu geçiştirdi.
Adamın ne diyeceğine dikkat etmesine gerek yoktu,onun White Chocolate Mocha isteyeceğini biliyordu.
"Serinin kitaplarını okumuş muydun ki?" Diye sordu Hope garson gittikten sonra."Hayır okumadım." Dedi Mikael."Yani sen çok ısrar edince birinci kitabını okudum.Ama sarmadı fazla.Çok genç işiydi anlarsın ya.Filmine giderim ama kitabı fazla hoşuma gitmedi.Zaten Açlık Oyunları'nı andırıyor.Sen o kadar nesini seviyorsun ki?"
"Yani aksiyonlu ya ondan hoşuma gidiyor.Mesela ben Aynı Yıldızın Altında'yı da izlemedim.Çok fazla romantizm olunca sarmıyor.Yani tamam romantizm yine olsun ama,kitap ya da film romantizm üzerine kurulmuş olunca sarmıyor."
Büyükbaba-Torun sohbetlerine devam ederken,Cameron'un vampir kulaklarının onları dinlediğinin farkında değillerdi.
Nasıl olduğunu bilmiyordu ama içgüdüleri bu ikisinin aradığı kişiler olduğunu fısıldıyordu.Yine de hiçbir zaman işini şansa bırakmayı seven biri olmamıştı.Bu yüzden onları ufak bir testten geçirecekti.Yarı vampir-kurt ve aynı zamanda da cadı olan kuzeninin varlığını duymuştu.Bu durumda eğer sipariş ettikleri kahvelerin içine biraz mine katarsa,büyükbabası bağırıp içeceğini püskürtürken kuzeni normal bir vampirin vereceği tepkinin yarısı kadar bir tepki vermeliydi.Büyük ihtimalle öksürmeye başlayacaktı.
Cebinden minik plastik bir poşet çıkardı.Poşetin plastik ağzını açtı.Siyah deri ceketinin kolunu eline doğru çekti.Mine çiçeğini şimdi eldiven işlevi gören kumaşın üzerine döktü.Sonra da elindeki tepsideki iki White Chocolate Mocha'yı sahibine götürmekte olan garsonu kolundan çekip durdurarak etkisi altına aldı.Kahvelerin içine elindeki tohumları eşit derecede paylaştırarak döktü ve garsonu yolladı.Kollarını kavuşturarak duvara yaslandı ve olacakları izlemeye başladı.
Hope,dirseklerini dayadığı masadan onları çekti ve garsonun getirdiği kahvelere yer açtı.Masadaki şekerlikten üç paket şeker alıp kağıdını yırttı ve kahvesine döktü.Sonra da pipetini tutup karıştırmaya başladı."Çok şeker kullanıyorsun Hope!" Dedi Mikael baba edasıyla."Onda zaten şeker var,hasta olacaksın."
"Ama öbür türlü de içmenin zevki çıkmıyor." Dedi Hope sitem edercesine."Ben kahveyi hep şekerli içerim,şerbet gibi olması gerekiyor ki güzel olsun!"
"Peki." Dedi Mikael ve iç çekti."Sonra karışmam ama."
Aynı anda pipetlere ağızlarını dayayıp kahveyi içtiler.Ve Cameron'un içgüdülerinin haklılığı ispatlandı.
Hope delicesine öksürmeye başladığında,birazdan ciğerleri ağzından çıkacakmış gibi göründü.Mikael ise tüm gücüyle ağzındaki kahveyi yere püskürttü.Herkes onlara dik dik bakarken Hope "Bu Ne Be!!??" Diye bağırdı."MİNE!" Diye bağırdı Mikael.Sonra da çıkış kapısından hızlı adımlarla kaçarken onlara son bir bakış atan Cameron ile göz göze geldi.
"Gel benimle." Dedi Mikael hırıltılar arasında.İkisi de ayaklandı ve çoktan kararmış ıssız sokakta adını bilmedikleri o kumral çocuğu aramaya başladılar.
Mikael'in doğaüstü iz sürme yeteneğiyle çocuğu ara sokaklardan birinde kolayca kıstırdılar.Çocuk buz mavisi bakışlarını bizimkilere çevirdi."Sen kimsin be?!" Diye sordu Hope."Vampirsin değil mi?" Diye sordu Mikael daha sakin bir sesle.
"Sen de öylesin."
Çocuk vampir hızıyla kaçmaya davrandı.Hope sağ elini havaya kaldırdı.Çocuk beyninin içinde hissettiği acıyla dizlerinin üzerine düştü.Ellerini başına götürüp sıktı.Acıyla buruşturduğu yakışıklı yüzünde vampir damar ve dişleri belirdi.Çocuk acıyla ayağa kalktı.Tam saldıracakken önüne çıkan Mikael çocuğun boğazına dişlerini geçirdi ve çocuk bayılana kadar da onları çekmedi..
____________________
(Flashback)
5 yaşındaki Hope Mikaelson yatmadan önce büyükbabası ona masal okumazsa ve süt içmezse hayatta uyuyamazdı.
Mikael ve My Little Pony baskılı pembe geceliğiyle Hope el ele küçük kızın yatak odasına girdiler.Odanın pembe duvarlarında çizgi film karakterlerinin posterleri asılıydı.Yatak başlığının üzerine minik bir taç yerleştirilmişti,odada birkaç eşya dışında hemen her şey pembeydi,öyle ki bazen Mikael'ın pembe renge bakmaktan gözleri yorulurdu.
Odaya onların peşinden elinde bir bardak sütle giren yardımcı kız,Mikael beyaz kitaplığa gidip okumak üzere masal seçerken Hope'u yatağına oturttu ve sütünü içirmek istedi.Sütü kızın elinden alan ve tek dikişte bitiren Hope,kızın eline bardağı tutuşturdu."Efendim,bayan Hope sütünü tek seferde içti de,acaba sorun olu.."
"Nasıl içmek istiyorsa öyle içsin." Dedi Mikael gözlerini kitaplıktan ayırmadan."Peki efendim." Dedi kız.Sonra da bardakla getirdiği mendille küçük kızın ağzının kenarındaki süt kalıntılarını sildi ve odadan çıktı.Aslında Hope'a masalını o da okuyabilirdi,ya da evdeki sayısız hizmetçiden herhangi biri,ama Mikael bunu kendisi yapmak istiyordu.Böyle ikisinin de daha çok hoşuna giderdi.
"Hope,tatlım.." Dedi Mikael.
"Efendim?" Dedi incecik şipşirin bir küçük kız sesi.
-Pamuk Prenses'i okumuş muyduk?
-Hı hı.
-Uyuyan Güzel'i?
-Evet.
-Külkedisi?
-Hem de kaç kere..
-Deniz Kızı Ariel?
-Ezberledim.
-Hepsini okumuş olmamız mı lazım?
-Sanırım.
Mikael yatağa ilerleyip küçük kızın yanına oturdu.Kız uzandı ve başını adamın göğsüne yasladı.Adam da kolunu kızın omzuna koydu.
"Yarın anaokulundan seni almaya ben gelirim o zaman.Kitapçıya gideriz beraber.Tamam mı aşkım?"
"Tamam."
"Özellikle istediğin bir kitap var mı?"
"Hıııııı..Anaokulundaki ablalardan biri bir kitap okuyordu büyükbaba.Böyle kalın,kocaman.Kapağında da bir tane kravat vardı.Adı tam aklımda değil.Grili bir şeydi.Grinin Tonları mıydı neydi.." Dedi Hope olağanca masum sesiyle.Sonra da kaşlarını çattı ve minik burnunu kırıştırarak kafasını kaşıdı.Bir şeyi hatırlamaya çalışırken hep bu pozu alan Hope,dudaklarını da birbirine bastırdı.
"Grinin 50 Tonu olmasın o?"
Hope başındaki parmaklarını çekti ve işaret parmağıyla büyükbabasını işaret etti.
"Ha!Evet!"
-Onu mu istiyorsun?
-Öyle kalın kitap olursa hemen bitmez diye düşündüm.Hem kapağında kravat varsa bir prensi anlatıyordur belki?"
Mikael,bu cevap karşısında bir kahkaha attı..Kıza sarılıp başından öperken hala gülüyordu.
-Niye güldün?
-O kitapta hiç prens yok aşkım.Ayrıca o bir yetişkin kitabı.
-Yetişkin kitabı ne demek?
-18 yaşından önce okuyamazsın demek.18 olduğunda da okumanı isteyeceğim bir kitap değil.
-Niye çok mu sıkıcı?
-Hı hı.Neyse.Bu akşam ben sana bir şeyler uydurayım mı?
Hope evet anlamında kafasını salladı ve minik başını yastığa yerleştirdi.
"Bir varmış bir yokmuş.Zamanların birinde,genç bir Viking kral yaşarmış.Kral ilk tahta çıktığı zamanlarda,düşman krallığın genç prensesi ile tanışmış ve ona aşık olmuş.Ona her şeyi itiraf edince prensesin de kendisini sevdiğini öğrenen kral,ona evlenme teklifi etmiş.Gelen tüm itirazlara rağmen kral ve prenses evlenmiş.
Artık kraliçe olan prensesin tek istediği kendi çocuklarına sahip olmakmış.Fakat o iş olmayınca araya büyük bir faktör girmiş.Kraliçenin ablası.Ablası hem kraliçe,hem de güçlü bir cadıymış.Kız kardeşine yardım etmiş ve karşılığında ilk çocuğunu ve her neslinin ilk çocuklarını istemiş.Çaresiz kraliçe kabul etmiş.
Aradan biraz zaman geçmiş.Kral ve kraliçenin ilk bir kızları,sonra da bir oğulları olmuş.Kral savaşa gittiğinde,teyzesi gelip veliaht prensesi almış.Her şeyin tıkır tıkır işlediği o mutlu dönem orada sona ermiş.Kral üzüntüsünden dünyaya küsmüş.Kızını kaybetmek onun için fazla büyük bir acıymış.Kralın deyim yerinde ciğeri yanmış.Aynı acıyı bir kez daha yaşamayı göze alamadığı için daha fazla çocuk istemediğine karar vermiş.Bunu eşine açıklamış ve bir süre yalnız kalmak istediğini söylemiş.Ama kraliçe yalnızlıktan nefret edermiş.Bu yüzden başka bir adamla ilişki yaşamış.
Aradan yıllar geçmiş ve 5 çocukları daha olmuş.En genç oğullarını bir saldırıya kurban vermişler.
Çocuklardan biri,kraliçeye bir torun vermiş.Bebeğin annesi,babası,hala ve amcaları onu korumaya yemin etmişler.Öte yandan Kraliçe de kendine bir yemin etmiş:Asla kız kardeşinin dönüşüne izin vermeyecekmiş.Kendi torununu öldürmek pahasına bile olsa...Tek düşman da o değilmiş maalesef.Bebeği öldürmek isteyenler olmuş ve olacakmış.Çünkü herkes farkındaymış ki,bebek büyüyüp genç bir prenses olduğunda kimsenin karşısında duramayacağı kadar güçlü olacakmış."
Hope,bunun onun uyku öncesi masalı değil kaderi olduğunu bilmiyordu.Mikael o an bunu ona nasıl açıklayacağını sordu kendi kendine.Kızın Minik gözleri ağır ağır kapandı ve uykuya teslim oldu..
__________________
(Günümüz)
Cameron,uyandığında vücudunun kurşun gibi ağırlaşmış olduğunu hissetti.Yattığı zeminden doğrulmaya çalışsa da başaramamıştı.
"Bu çocuk da kim?" Dedi Britanya aksanlı bir erkek sesi.Bu sesi tanıyordu.O gün köyde "yaralısın." Diyen adamdı bu.
"Bilmiyorum,bize saldırdı." Dedi bir kız.Sözde"kuzeni" idi fakat o bunu henüz bilmiyordu.Yine de öğrenmesi yakındı.
Sonunda kafasını kaldıracak enerjiyi kendinde bulduğunda dibinde yere çömelmiş olan Mikael ile göz göze geldi.
Adam kafasıyla baba kıza döndü ve "gidin" anlamında başını salladı.Baba-kız zindanı terk ederken Mikael da gidip rahat bir tavırla zindandaki demir banka oturdu.
"Sanırım konuşacaklarımız var."
____________________
"Yorgunsun değil mi?Vücudunda mine var,normaldir."
Cameron derin bir of çekti.
"Ne istiyorsun?"
"Asıl SEN ne istiyorsun?" Dedi Mikael sen kelimesini özellikle vurgulayarak."Sence de bunu sorması gereken kişi ben degil miyim?"
Bu arada Cameron doğrulup ayakta dikilmeye başlamıştı.Hiçbir şey söylemeden Mikael'in gözlerine dik dik bakmaya başladı.Mavinin iki muhteşem tonundaki gözler bir süre daha birbirlerine tehditkar bakışla atmaya devam etti.Sonunda sessizliği bıçak gibi kesen şey Mikael'ın sesi oldu.
"İntikam için,değil mi?"
Cameron hiçbir tepki vermedi ki bu evet demekti.
"Hangisinden?Hepsinden mi?"
Cameron'un dudakları hafifçe yana kıvrıldı.Sonra da onları birbirine bastırdı.Ellerini de böbreklerine yerleştirip adama birkaç adım yaklaştı.Halinden bir şey anlamak mümkün değildi.
"Aslında evet.Ama düşününce burada olmamda senin de payın büyük."
"Ne demek istiyorsun?Eğer çocuklarımı vampire dönüştürmemden bahsediyorsan.."
"Sen benim babamı öldürdün." Diye adamın sözünü kesti Cameron.Bunu son derece sakin ve umursamaz,hatta neredeyse tebrik eden bir ses tonuyla söylemişti ki bu onu Mikael'ın gözünde anlaşılması imkansız biri haline getiriyordu.Cameron devam etti.
"Hatırlamıyor musun?1000 yıl önce.O koca kılıcı babamın kalbine gömdün."
Mikael iç geçirdi.
"Çıkaramadım.Babanı öldürdüğüm için özür dilerim.Bu bir nebze olsun iyi gelmiş olmalı,değil mi?"
Cameron yere bakarak güldü.
"Her şey ondan sonra başladı zaten."
Mikael'in lapis lazuli gözleri kısıldı.Adam yavaşça parçaları birleştirmeye başlıyordu.Sonunda sordu.
-Kaç yaşındasın sen?
-16.
-O değil,gerçek yaşın.
-1012.
-Ne!?
Mikael dirseklerini dizlerine dayayarak oturduğu demir banktan ayağa fırladı.Çocuğun dibine girmek istermişçesine yaklaştı ve gözlerini dikti.
"Eh.Tanıştığımıza memnun oldum sayılır,"büyükbaba.""
_______________________
Cameron,evin bodrumundaki mahzenden yukarı çıkan merdivenleri,büyükbabasının aksine,olağanca rahatlığıyla tırmanıyordu.Mikael büyük odaya daldı.Klaus,"Neler oluyor?Onu niye saldınız?" Diye sorarken babası "Freyayı bulun bana!" Dedi.O anda vampir hızıyla beliren Freya "Bir şey mi var?" Diye sordu.Sonra da kollarını dolamış olayı izleyen çocuğu gördü."Sen de kimsin?"
"Şu cadı usulü DNA testinden yapabilir misin?"
"Evet ama.."
"Pekala."
Adam çocuğu bileğinden tuttuğu gibi masaya sürükledi.Çocuk asi bir tavırla bileğini kurtardı ve "Gelmemi istemen yeterli!" Dedi öfkeyle.
Klaus ve Hope da masanın başına gelirken Cameron ve Mikael Freya'nın ucunu masaya bakacak şekilde tuttuğu hançeri elleriyle sıkarak kanlarını akıttılar.
Freya gözlerini kapatıp birkaç sözcük mırıldandı.Gözlerini açıp masaya baktığındaysa hayatının en büyük olmasa da ilk üçe girebilecek şoklarından birini yaşadı.
Masadaki kanlar birleşmişti,ki bu kişiler arasında akrabalık var demekti.
"Ne yani şimdi sen benim.." Diye mırıldandı Hope.
"Kuzeninim gerizekalı!"
_________________________
Finn içeri girdiği anda alaycı bir ifadeyle bar masasına tünemiş ayağını sallamakta olan Cameron dışında herkes şoktaydı.Adam,Elijah ile birlikte odaya girdiğinde Cameron gözlerini devirdi.
"Ne oldu baba?Neymiş o kadar mühim olan konu?"
Finn bu soruyu sorduğunda Klaus oturduğu koltukta iyice kayboldu.
Finn,ukala bir tavırla oturmakta olan Cameron'u fark edince gözleri kısıldı.
"Bu herif kim?"
"Ne herifi?Çocuk bu daha." Dedi Elijah.
Klaus söz aldı."Finn,birazdan duyacağın şeye hazır mısın bilmiyorum.."
Cameron tekrardan gözlerini devirirken Finn "Çıkar şu baklayı ağzından.Geveleyip durma!" Dedi.
Cameron tünediği yerden atladı ve "Ne uğraşıyoruz?Bu adam vampir değil mi?Kalp krizi geçirecek hali yok ya."
Finn'e yakınlaştı ve gözlerinin içine baktı.Sonra da Avrupa aksanlı duru sesiyle konuşmaya devam etti.
"Şu takım elbiseli eleman aslında senin bebeğini öldürmedi.Uzun hikaye,ama hepsi bir ilizyondan ibaretti.Çocuğun yaşıyor,ve tahmin et bakalım nerede?"
Elijah ilk şaşkınlığının ardından konuşan ilk kişi oldu.
"Karşımızda duruyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mikaelson'un Oğlu
FanfictionWilliam Cameron için "Mikaelson",bir soyad değildi.Sevgi adına bildiği her şeyi tek bir gecede yok eden adamın bozuk kanının damarlarında aktığını hatırlatan ve bir lanetmişcesine isminin hemen peşinden gelen korkunç bir etiketti. O,damarlarında do...