Happily Ever After.(Final Part I)

159 7 0
                                    

New York Methodist Hastanesi'ndeki odalardan,tabelasında "Op.Dr.Cameron Mikaelson" yazana girerseniz,içeride gözüne ilk çarpacak olan şey duvarın en gösterişli yerinde asılı duran çerçevelenmiş Harvard diploması olacaktır:Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi,Genel Cerrahi Bölümü,2043 yılı mezunu.
Bunu biliyorum çünkü okul servisi uzun yıllar boyunca tek yumurta ikizi kızkardeşim Sapphire ve beni babamın işyerine,yani o hastaneye,bıraktı.
Kendimi tanıtmadım sanırım.Adım Citrine.Citrine Mikaelson.Son sayfalarını okumakta olduğunuz bu kitabın yazarıyım.
Anlatmaya kronolojik sırayı bozmadan devam etmek gerekiyor.
Babam,eroinden kurtulduktan 2 yıl sonra Harvard Üniversitesi'ne başvurdu ve kabul edildi.Annem America Black Mikaelson da aynı üniversitenin Psikyatri bölümüne girdi.Eksik kalmak istemeyen Hope halam ise tıp değil hukuk fakültesini tercih etti.
Annem ve babam 10 yıllık tıp eğitiminin 7. Yılında evlenmişler ve 4 yıl sonra da annem sonunda bize hamile kalmış.
Aynı hastanenin daha alt katlarındaki psikyatri koğuşu,aynı zamanda annemin gününü geçirdiği alan,çocuklara pek uygun olmadığı için biz kendimiz kadar çantalarımız,örülü sarı saçlarımız ve paytak yürüyüşlerimizle babamın sade döşenmiş ofisine gelirdik.
Babam eğer odadaysa bizimle ilgilenir,günümüzün nasıl geçtiğini sorar ve bizimle sohbet ederdi.Kısa bir zaman içinde gelen öğle yemeklerimiz eşliğinde heyecanla anlattığımız şeyleri gülümseyerek dinlerdi.
Bu öğle yemekleri çoğunlukla pek uzun sürmezdi,genelde hoperlörlerden babamın ismi anons edilirdi:
"Doktor Mikaelson,lütfen ameliyathaneye."
Babam anında ayaklanıp ikimizi de anıllarımızdan öper,sonra da askılıkta bekleyen önlük ve steteskoba uzanırdı.Önlüğü giyip steteskobu takması çoğu zaman bambaşka bir insana dönüşmesi demekti.
İsimlerimizi Rebekah ve Freya'nın kehanetteki taşlarından aldığımız kızkardeşim ve ben,babam bu isimleri seçince İngrid ve Hope çok itiraz etmiş fakat babamı dinletememişler,çocukluk ve ergenlik dönemlerimizi işte bu şekilde geçirdik.Sonunda Sapphire Devlet Orkestrası'nda çalan bir piyanist oldu,ben ise gazeteci-yazar oldum.Sapph müzik dehasını babamdan almış olacaktı.
Babam,ailesinin geçmişini açıklamak için 18.yaş günümüzü beklemişti.Doğum günümüz Ocak ayına denk geldiği için dışarıda kutlama yapmaktansa kalın kazaklar ve meyveli pastayla dört kişilik bir ev partisi ayarlamıştık,lapa lapa kar yağarken çıkmak pek de cazip değildi.
Sapph piyanodan iyi ki doğdun şarkısını çalıyordu,ben de kanepeye babamın yanına oturmuş,ayaklarımı altıma toplayarak elimdeki fincandan kahve içiyordum.Annem ise içerideki odada bulunan film koleksiyonunu gözden geçiriyor,dördümüzün izleyebileceği bir film arıyordu.
"Saphh." Diye seslendi babam.Fakat kızkardeşim duymadı.Sapphire o kadar konsantreydi ki sesimizi duyurabilmek için aynı anda seslenmek zorunda kaldık.
Gözlüksüz başını bize çevirdi,benim taktığım kemik gözlük anne-babam dışındakilerin ikimizi ayırt edebilmesinin tek yoluydu,efendim anlamında kafasını salladı.
"Bir gelsene." Dedi ve orta kısmında oturduğu kanepenin boş yanına eliyle hafifçe dokundu.
"Siz küçükken büyükanne-babanızı ziyarete gitmiştik Türkiye'ye.Hatırlıyor musunuz?"
"Esther ve Mikael'ı mı?Evet."
Babam iç geçirdi."Bu konuda size birkaç beyaz yalan söylemiş olabilirim."

Bir saat sonra babamın anlattığî hikaye nihayet sona ermişti.Cadı olduğumuz için doğaüstü varlıklara tabii ki inanıyorduk,fakat bir bakışı paylaşamadan da edemedik.
"Doğru mu bu söylediklerin?" Diye sordu Sapph.Babam başını olumlu anlamda sallayıp suratına istemsiz bir sırıtma yayılan bana döndü.
Bir saniye durdu ve "Her şeyi yazacaksın değil mi?" Diye sordu.
Baş sallama sırası bendeydi..

Mikaelson'un OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin