Köpek, hayır Hera.

596 25 6
                                    


Selam. Ben ve baş belası çiftim geldik!! Kitaba yeni bir üye giriyor. Keyifli okumalar. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

Gençlik.

Gençlik bana göre sahip olduğumuz en güzel zaman dilimiydi. Bebekken kendimizi ifade edemiyorduk, çocukken birçok travmamız oluyordu.  Bir üst kademe ergenlikte ise türlü türlü değişik insanlarla tanışıyorduk, birçoğu genelde kötü ve zorba olan tiplerdi. Ayrıca o zamanlar insanın önünde bir sürü sınav oluyordu. Kazanacak mıyım, kazanamayacak mıyım? Neresi tutacak? Ne tutacak? Meslek konusunda kararsızlıklar oluyordu ve daha fazlası... Ama gençlik, daha doğrusu genç yetişkinlik dönemi en güzel zamanlardı. Mesleğini eline alıyordun, arkadaş çevren oturuyordu, fikirlerin daha olgun bir seviyeye ulaşıyordu. Ve şanslıysan iyi bir sevgili de bulurdun. Bazı insanlar bana kalırsa çok çalışmaktan geçen giden zamanı ve gençliği kaybediyordu. Bir dönem ben de öyleydim ama zaman geçtikçe o ikisi arasındaki dengeyi kurmayı başarmıştım, başarmak zorunda kalmıştım çünkü kendimi iyi hissetmiyordum. Yaptığım her şey bir zorunluluk bir dert gibi geliyordu ve bu şekilde hayat geçmiyordu.

Dudaklarıma götürdüğüm kahvenin bana iyi gelmesi ve uykumu açmasını diledim. Bugün diğer günlere oranla daha erken kalkıp atölyeye gelmiştim. Birkaç gündür yeterince işlerle uğraşamıyordum. O, bu derken vaktimi işlere tam verememiştim ve defileye az bir vakit kalmıştı. Önümdeki kumaşı keserken odanın kapısı çaldı.

''Gel.''

Kapının açılmasıyla İçeriye Sena girdi.

''Erkenciyiz bakıyorum.'' Ben geldiğimde iki üç kişiden hariç kimse gelmemişti. Şimdi gelen seslere bakılırsa çoğu gelmeye başlamıştı. Gözlerim duvardaki saate kaydı. Dokuza geliyordu.

''Evet, defileye az kaldı malum. Daha çok çalışmam lazım.''

''Son iki parça kaldı. Onları da diktikten sonra artık ufak tefek kısımlara geçip sonra da  provalara başlarız.''

Başımı salladım. ''Şu defileyi bir atlatsaydık artık.''

''Az kaldı. Dayan. Ama şimdi kahvaltı zamanı. Gel bir şeyler ye.''

Onu onaylayıp elimdeki kumaşı bıraktım. Beraber odadan çıkıp ortadaki -normalde kumaşlarla ilgilendiğimiz masa- yemek masasına yöneldik. Sandalyeleri oturup hep beraber kahvaltı yapmaya başladık.

''Siparişlerin hepsi sahiplerine ulaştı değil mi?'' Sorumla gözler bana döndü.

''Evet, herkese sağ salim ulaştı ve gayet memnunlar sonuçtan.'' Mustafa'nın cevap vermesiyle memnuniyetle başımı salladım.  İşler neyse ki yolunda gidiyordu da motivasyonum düşmüyordu. Kolay kolay enerjisi düşen biri değildim. Her zaman, ortaya çıkan olumsuzluklara karşı keyfimi kaçırmaz, olabildiğince pozitif bakmaya çalışırdım. Her şeyin hallolabileceğini ve geçeceğini kendime hatırlatırdım. Nitekim öyle de olurdu. Hepsi hallolur, her şey geçerdi.

Çokta uzun sürmeyen bir kahvaltıdan sonra herkes işlerine dönmüştü ben de odama geri dönüp çizime kaldığım yerden devam ettim. Önümdeki kumaşı keserken bir yandan da güzel bir müzik açıp kendi kendime mırıldanıyordum. Kendimi işe kaptırmışken odanın kapısı çalmıştı. Başımı kaldırmadan 'gel' diye seslendim. Kumaşın son kısmını da kestikten sonra başımı kaldırdım. Gördüğüm şeyle dudaklarım aralandı.

Ilgaz tam karşımda duruyordu. Ama hayır, şaşırtıcı olan şey kucağında bir köpeğin olmasıydı.

''Selam, biz geldik.'' Gülümseyerek dediği şeyle kaşlarım havalandı. Birincisi buraya neden gelmişti? İkincisi elindeki köpek kimdi?

HENNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin