Medyada bölümün sonunda tanışacağımız beyefendi var: Korel Oytun.
Paragraflara yorumlarınızı bırakıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın. Uzun bir bölüm, yeteri kadar etkileşimi olmazsa üzülürüm çok :)
İyi okumalar!
~~~
Bugüne dek annemden saklamak isteyip, saklayamadığım hiçbir şey olmamıştı.
Benim dünyamdaki tek varlık oydu, durum böyleyken de onu her zerresiyle tanımak için bolca zamanım ve yerim olmuştu. Ezbere bildiğiniz birinden bir şeyler saklamak, henüz tanımakta zorlandığınız birinden bir şey saklamaktan çok daha kolaydı. Kaçış yollarını bilirdiniz, bunun verdiği güven sırrı da güvende tutardı.
Son altı ayımı varlığını bilerek, son bir haftamı ise varlığını hissederek geçirdiğim babamda ise durum tam tersiydi. Onu tanımıyordum. Onu tanımaya çalışmakla meşguldüm ve bu beni sendeletip duruyordu. Sezgilerinin ne kadar kuvvetli olduğundan ya da karşısındaki insana bakar bakmaz onu ne denli çözebileceğinden haberim yoktu. En ufak belirtide yalanımı yakalar mıydı yoksa farkında bile olmaz mıydı, bilmiyordum.
Ama mavilerim elalarına çarptığında, bu ikileme düşmeme gerek kalmamıştı. Bir şeyler mırıldanıp konuyu kurtaramayacağım kadar dibe batmıştım. Ağzımdan dökülenler fazlasıyla açıktı, bu andan sonra ne desem de boşa çırpınmaktan öteye gidemezdim.
Mirza Bey'e söylediklerimden hiçbirini duymamışsa da, son iki kelimeyi dilimden dökerken kapıda duruyor ve beni dinliyor olduğundan emindim.
'Üvey babam' demiştim az önce. Konunun kalanını bir ihtimal duymamış olabilirdi ancak hayatımda böyle birinin var olduğundan haberdardı artık.
Masaya bırakamadığım şeker poşetinden çıkan hışırtılar, kulağıma dolan Mirza Bey'e ait sorular dışında duyduğum tek sesti. Babam hiçbir şey söylemiyor, sanki orada değilmiş ve bakışlarımız birbirinde takılı kalmamış gibi susuyordu.
"Sesim gelmiyor mu?" diye söylendi en sonunda Mirza Bey. Ona kimi bulmasını istediğimi söyleyip derin bir sessizliğe gömülmüştüm. Sorduğu sorulara cevap vermeyişim şüpheli gelmişti, emindim.
"Birazdan..." dedim sessizce. "Birazdan sizi tekrar ararım olur mu?" diye soru görünümlü ama cevap beklemeyen cümlem biter bitmez telefonu kulağımdan indirip aramayı sonlandırdım.
"Yardım isterken önceliğinin ben değil de babam olması, karşılaştığımız ilk anın getirisi mi?"
Omuzlarımın çöküşü söylediklerinden çok yüzündeki ifadeden kaynaklıydı. Pişmanlığın bakışlardan bu kadar yoğun sızabilen bir his olduğunu daha önce deneyimleme fırsatım olmamıştı. Ama sanki o pişmanlıkta, ilk gün bana olan tavrının dışında başka kalıntılar da vardı. Başka neyden pişmandı? Bilmiyordum.
Ayrıca sorduğu soru, son iki kelimemden çok daha fazlasını duymuş olduğunun da kanıtıydı. Birkaç gün sonra Temmuz ayı başlayacakken, öğleden sonra balkona tüm ısısını bırakmış olan güneşe rağmen üşümüş gibi titredim. Titreyişim benim hissettiğim kadar ona da görünür olmuş olacak ki, bana doğru adımladı. Yani ben hamlesini bu şekilde yorumlamıştım.
Yanımdaki boş sandalyeye oturacağını düşünsem de, tam önümde yere doğru çöktü. Ona biraz yukarıdan bakıyordum şimdi. "Despina," dedi yine adımı şiir okur gibi seslenerek. Bana temas etmiyordu ama çok yakınımdaydı. "Neden o adamın İstanbul'da olup olmadığını bilmen gerekiyor?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşten Farksız
Teen Fiction*Aile/aşk kurgusu *Yetişkin içerik barındırır --- "Bir ay boyunca burada olduğumu bile fark etmeyeceksin. Tek derdim o mektupta yazanı gerçekleştirip, altında kalabileceğim tüm vicdan yükünden kurtulmak." Boş bakışlar atabilen tek kişinin o olmadığı...