Bölümler için sabırsızlığınız, benim de yazmak için sabırsızlanmama yol açıyor. Yoğun olmama rağmen hızlıca bölümün başına oturmuş halde buldum kendimi 😌
Medyada favori karakteriniz var: Timur Akdoğan :)
İyi okumalar!
~~~
Planlarımı sık erteleyen biri değildim. Bir kenarda yapacak bir şeyin beni bekliyor olması rahatsız hissettirirdi.
İstanbul'a gelişim, sanırım en uzun erteleme süresi tanıdığım planımdı. Aslında kontrolüm dışında gerçekleştiğinden, bir noktada plan olmaktan da çıkmıştı.
Annemin hayatında son iki yıldır var olan hastalık, aylar boyunca savaşıp çabalamak için bize zaman tanımıştı. Uyandığı her günün sabahında kendimi çok şanslı hissetmiştim her seferinde. Ölmeden önceki son üç ayı ise birinin hafızamdan çekip alması karşılığında her şeyimi verebileceğim kadar korkunçtu.
O üç aydan önce, umut etmek çok daha kolaydı. Bir gün gelecek ve annem iyi olacaktı. Görünürde hiçbir şeyi yoktu çünkü. Sadece hızlı yorulan, eski haline göre daha zayıf bir kadındı artık. Son olduğunu bilmediğimiz üç ay başladığında ise, göğüs kafesimi kırılmış gibi ağrıtan sancılarla da olsa kabullenmek zorunda kalmıştım artık.
Annem ölüyordu. Ve benim kadar o da bunun farkındaydı.
İkimiz de birbirimizi teselli edemeyecek kadar durumu kabullendiğimizde, tek derdim onun yanından bir an olsun ayrılmadan ne kadar kaldığını bilmediğim zamanımızı hiç kaybetmeden değerlendirebilmek olmuştu.
İlk haftaları hastanede geçen sürecin sonunda, eve dönmüştük. Eve dönüşümüzün ne demek olduğunu da sessizce kabullenmiştik.
Sessizliğin bozulduğu gün, benim içimde de hiç susmayacak olan sesler doğuran gündü.
Aklım almaya başladığı andan beri öldüğü gerçeğiyle kucak kucağa olduğum babam aslında yaşıyordu. Bu bir gerçek değil, oldukça ağır bir yalandı.
Odamdaki yatağın ortasında, bacaklarımı kendime çekerek cenin pozisyonu almış halde uzanıyordum. Yanağımın altına sıkıştırdığım ellerim uyuşmaya başlamıştı, uzun bir süredir burada kıpırdamadan yattığımı kanıtlıyordu bu.
Uzun bir süreden kastımın gerisinde, odaya çıkmadan hemen önce kollarından ayrıldığım adamı kırmış olabileceğim gerçeği hazırda bekliyordu.
Sınırlarımın geçilmesine, örülü duvarlarımın inmesine izin vererek ona sarılmıştım. Pişman da değildim. Yine olsa yine sarılacağımdan emindim.
Beni evlerine davet etmesinin altında, beni tanıma telaşının yattığını biliyordum. Teklifini geri çevirmemin sebebi, altında başka bir şey aramak değildi. Onu kırmaktan çekinmeme rağmen bu teklifini zorlukla da olsa reddetmemin sebebi, korkumdu.
Orada kalmak, birkaç gün de olsa bir gün de olsa vakit geçirmek, düzenlerini görmek ve istemesem bile alışacak olmak demek; hayatlarına dahil oluyorum demekti. Farkında olmadan kuracağım bağların benim için düğümlere dönüşebilme ihtimalinden korkuyla kaçıyordum.
Tanımak için ülke değiştirdiğim, zor olacağını bilsem de göze aldığım bir aylık zamanı evinde geçirmek için valizimi sırtlanıp geldiğim bir babam vardı. Beni tanışma anımızdan birkaç saat sonra, nerede kaldığımı dahi sorgulamadan bırakıp gitmesini ve bir daha aramaya dahi çalışmamasını hiç hesaba katmadığım bir babaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşten Farksız
Teen Fiction*Aile/aşk kurgusu *Yetişkin içerik barındırır --- "Bir ay boyunca burada olduğumu bile fark etmeyeceksin. Tek derdim o mektupta yazanı gerçekleştirip, altında kalabileceğim tüm vicdan yükünden kurtulmak." Boş bakışlar atabilen tek kişinin o olmadığı...