yirmi sekiz

8.5K 1K 563
                                    

Olabildiğince erken tamamlamaya çalıştım bölümü, önceki bölümlerde de bahsettiğim gibi okulum başladı bu hafta ve artık vaktim daha kısıtlı. Dengeyi sağlamaya çalışacağım, sabrınız için şimdiden teşekkürler 🥰

Bölüm boyunca benimle yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın... Ve lütfen bu bölümü sindirerek okuyun, kimseye çok kızmayın ya da kırılmayın. Okuduğunuz ilk kurgum Düşten Farksız değilse karakterlerimin hata yapmalarına izin verdiğimi, mükemmeli yazma amacımın olmadığını biliyorsunuzdur. Ancak o hataların bir sebebi ve sonucu da oluyor hep; aklınızda kalsın :)

İyi okumalar!

~~~

Bir insan bir yere ait hissedebilmek için tam olarak neye ihtiyaç duyardı?

Sorunun cevabını, daha önce herhangi bir yere ait hissetmemiş birinin vermesi olanaksızdı bana kalırsa. Öyle dışarıdan gözlemekle, akıl yürütüp karar vermekle olacak şey değildi. Hayatın sizi bir noktada ait olabileceğiniz bir yere sürüklemesi ve bunu deneyimlemenizi sağlaması gerekiyordu.

Kendimi bildim bileli bulunduğum ülke aynıydı. Başka dillerin, kültürlerin peşinde koşturup onları öğrenmeye çalıştıysam da olduğum yer hiç değişmemişti. En azından bir ay öncesine kadar bu hep böyleydi...

Yunanistan'da geçirdiğim son yıllar annemin hastalığıyla, önceki yıllar ise annemin gölgesinde gelişen ve ona görünmeyen bambaşka sancılarla geçmişti. Geriye dönüp baktığımda en çok sızlayan boşluğumun 'ait hissetmek' olduğunu yeni yeni fark ediyordum. Bu da, ait olmanın ne demek olduğunu bilmeden bu hissi ne tanımlayabilir ne de eksikliğini hissedebilir olamayacağımın kanıtıydı.

Türkiye'ye gelmekle aniden buraya ait hissetmeye başlamamıştım tabii. Hatta buradaki ilk günlerimin önceki yıllarımdan da beter hissettirdiğini itiraf etmek zorundaydım. Ancak günler birbiri ardına gelip geçtikçe kucağıma hiç ummadığım sürprizler bırakmaya başlamışlardı.

Bir yere ait hissetmenin kilidi, o yerde bulunan insanlardaydı. O insanlarla olan bağ kuvvetlendikçe, o yerle olan bağ da aynı oranda hatta belki daha da çok kuvvetleniyordu.

Değerini kendisiyle tanıştıktan sonra anlayabildiğim, kısacık bir zaman içinde dileklerimin tepe noktalarından birinde yer edinen bu hisle artık bir bağımlılık ilişkisine sahip olduğumu düşünüyordum.

Olumsuz düşüncelerimin tümünde, kâbuslarımın bir köşesinde hep bu histen ayrı kalmak ya da ayrı kalmak zorunda bırakılmak vardı. Hiç tanımadığım bir hisle apar topar tanışmıştım ve bu his bir ay içinde kaybetmekten en çok korktuğum hissim olmayı başarmıştı.

En çok evdeyken kendimi oraya ait hissediyordum, babam sakince beni kollarının arasında tutarken Özgür'e mızmızlanıp durduğum herhangi bir anın bana nasıl iyi geldiğini ve bunun bağımlılık yapıcı olduğunu tarif edebilmem çok zordu.

Şimdi bulunduğum yer ise evimizden biraz uzaktaydı. Orası kadar ait hissettirebilmesi mümkün değildi, ama söylemiştim işte; ait hissettiren duvarlar değildi insanlardı.

Özgür'ün bana seslenişlerine cevap alamadığı onuncu saniyenin sonunda holde belirmesinin ardından kendimi onunla birlikte salona doğru yol alırken bulmuştum. Geride bıraktığımız Pars'ın yüzüne hiç bakma fırsatım olmadan abim tarafından çekiştirilmek beni biraz germiş ancak bir o kadar da rahatlatmıştı.

Etrafta birileri varken bile kapıldığım çekim alanı, kimse yokken çok daha kaçınılmaz hale geliyordu. Pars'la karşı karşıya kalmak, bana Mayıs'ın kıkır kıkır güldüğü 'ceylan-avcı' benzetmesini anımsatıyordu. Bazen beni cidden avlayabileceğini ve bu sırada parmağının bile yorulmayacağını düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi.

Düşten FarksızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin