20.bölüme gelmişiz, bu sırada 50k okunmaya da ulaşmışız. İyi ki buradasınız 💗
Bölümü okurken yorumlayıp benimle düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın
İyi okumalar!
~~~
"Oğlum önünden alan mı var, yavaş yesene ne bu acelen?"
"Açım," diyerek babamın söylenmesine kısacık bir yanıt vermekle yetinen Özgür'e baktım şaşkın şaşkın.
Tabağına doldurduğu kahvaltılıklar yetmemiş, etraftaki diğer tabakların da dibini görmeye niyetlenmişti.
"İnan aç olduğunu söylemesen de anlardık." dedim kenarını küçük küçük ısırıp bitirmeye çalıştığım simidi ağzımdan çekerken.
"Sen çok konuşma da simidini kemir, tarla faresi."
Tarla faresinin diğer farelerden farkı neydi acaba? Düşünmek için bir an beklediğimde Özgür çay bardağını tuttuğu eliyle babama beni işaret etti. "Kızına tarla faresinin ne olduğunu açıkla abi, kilitlendi yine."
Bana hem fare deyip hem de dalga geçiyor olmasına sinirlenerek simidimi tabağıma bıraktım. Ellerimi birbirine sürtüp susamlardan kurtulduğum sırada babam dikkatle bana bakıyordu. Müdahale etmeden önce bize zaman tanıyıp son ana kadar kendini yormamaya çalışıyordu sanırım. Her Despina-Özgür atışmasına dalmaya çalışırsa çok yorulurdu zaten.
Bir şey söyleyeceğimi düşünerek ikisi de bekliyorlardı. Oysa kullanacağım silah daha farklı olacaktı.
Sandalyemi geriye itip ayaklandım. Dudaklarımı bile aralamadan mutfağın çıkışına yöneldiğimde henüz hole çıkamadan Özgür'ün kısık olmayan fısıltısını duydum. Bana değildi, babamaydı.
"Ne oldu şimdi?"
"Küstürdün," derken babamın sesi oldukça sakindi. Tamamen Özgür'ü delirtmek için böyle yaptığımı bildiğinden emindim. Aksi halde ayaklanıp mutfaktan çıkmama izin vermeyeceğini biliyordum. En azından evde birilerinin aklı yerindeydi.
"Nasıl küstürdüm?" dedi Özgür şaşkınca. "Ben tanıştığımız günden beri böyleyim, fare dedim diye mi küsesi geldi?" Kendi kendini sorgularken sallana sallana mutfaktan çıktım. Sabah onu uyandırmaya çalıştığımda beni uğraştırmasının ve benimle dalga geçip durmasının intikamı olarak gerçekten küstüğümü biraz daha düşünebilirdi.
Dişlerimi fırçalamak için banyoya ilerledim. Çıktığımda mutfağa değil salona geçmek için hareketlenmiştim ki zil sesi beni durdurdu.
"Ben bakayım mı?" diye seslendim mutfağa doğru. "Bak bebeğim." diyen babamı duyduğumda içimden kocaman ve dışımdan da hafifçe sırıtarak kapıya yöneldim. Bebeğiydim, evet.
Kapıya ulaştığımda zilin güvenlikten değil, direkt buradan çaldığını algılamıştım. Kapının yanındaki küçük ekran aydınlanmış değildi çünkü. Kapının gereksiz yüksekte duran deliğine doğru kendimi havalandırıp gözümü dışarı diktim. Gördüğüm görüntü sonrasında acaba yanlış mı görüyorum diyerek bir kez daha dikkatle delikten bakmam gerekmişti.
"Kimmiş?" diyerek merakla arkamda beliren Özgür'ü duyduğumda gözlerimi kıstım. Cevap vermeden önce göz ucuyla Özgür'ün uykudan zorla uyandırılmış ve sonrasında bir masa dolusu yemek yemiş olduğu bayağı belli görünen haline baktım. Kapıdakileri karşılamak için gayet uygundu.
Cevabı sesli olarak vermek yerine kapı kolunu aşağı indirip kapıyı birden kendime doğru çektim.
Bedeninin yarısını bile örtemiyor olsam da, ben önde Özgür de arkamda kalacak şekilde duruyorduk. Karşımızda duran manzara da bizimkinden farklı sayılmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşten Farksız
Novela Juvenil*Aile/aşk kurgusu *Yetişkin içerik barındırır --- "Bir ay boyunca burada olduğumu bile fark etmeyeceksin. Tek derdim o mektupta yazanı gerçekleştirip, altında kalabileceğim tüm vicdan yükünden kurtulmak." Boş bakışlar atabilen tek kişinin o olmadığı...